Hizbullah lideri Seyyid Hasan Nasrallah, kendisinden önce Hizbullah’a liderlik eden kardeşlerinin, Hamas’ın kurucu lideri ve sonraki liderlerinin, dünyanın değişik coğrafyalarında ezilen Müslümanların ve mazlumların kurtuluşu için mücadele eden nice fikir adamı, alim, lider, yönetici ve komutanların yolundan giderek izzet ve şeref yolunda, Kudüs Yolu’nda şehit oldu.
Bu şehadet ve beraberinde son bir hafta boyunca alınan şehadet haberleri, Gazze’de gerçek sayısı yüzbinleri geçen şehitlerle birlikte Müslümanların, özgürlük ve adalet düşkünlerinin, yeryüzünün kararlı zulüm karşıtı devrimcilerinin yüreğini yakmıştır, yakacaktır ama mücadele sahasında en küçük bir geri adıma, tereddüde, yılgınlık ve zayıflığa sebebiyet vermeyecek bilakis ardından gelen nice genç erlerin düşmana olan kararlı duruşunu daha da pekiştirecektir.
Elbette bu saldırılardan çıkarılması gereken çok dersler vardır, şairin ifadesi ile “yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer”dir Müslümanların mücadele yolu. Bir ‘sarp yokuş’tur. Bu yolda sancağı devralan yiğitler geçmişten aldıkları derslerle ve daha donanımlı daha hazırlıklı daha mücehhez bir şekilde Şeytan ittifakının ve onların uzayan eli İsrail’in karşısına dikilecektir.
Art arda gelen şehadet haberlerinin ardından Seyyid Nasrallah'ın şehadet haberi gündemi alt üst ederken medyada uzun zamandır gözlemlediğimiz Hizbullah ile İsrail sanki eşit pozisyonda güçlermiş gibi değerlendirmeler yapılması, adeta bir maç yapılıyormuş gibi her bir saldırı sonrasında bir misilleme beklentisi içine girilmesi, beklentinin giderek büyütülmesi ve beklenen karşılık gelmeyince de özelde Hizbullah’ın genelde direniş cephesinin küçümsenmesi hatta alay edilmesi saha gerçeklerinden uzak ve en hafif deyimiyle haksız değerlendirmelerdir.
Dost düşman biliyor ki İsrail aslında sadece İsrail değildir, bunu artık sağır sultan bile biliyor. ABD’nin liderliğinde NATO dahil Batı dünyasının tüm istihbarat ve gözlem gücü İsrail’in hizmetinde. Hem teknik olanaklar hem fiziki imkanlarla İsrail’i onaylamadıkları eylemlerinde bile başarısız olmaması adına koşulsuz destekliyorlar. Para, imkân, güç, mevki, makam ellerinde, İslam dünyasının hain işbirlikçi rejimlerinin de gönüllü veya zorunlu iş birliğini de buna eklersek sahip oldukları operasyonel elastikiyetin haddi hesabı yok.
Gerek Hamas gerek Hizbullah tek başına silahlı bir güç de değiller. Her birinin silahlı güçleri yanında sivil alanda faaliyet gösteren yüzlerce kolu var ki Hamas zaten Gazze’nin seçilmiş meşru hükümeti. Hizbullah da doğal olarak Lübnan toplumu içinde sağlık, sosyal yardımlar, eğitim faaliyetleri gibi alanlarda toplumun içinde olan bir organizasyon ki Lübnan meclisinde de temsil ediliyorlar. Dolayısıyla toplum içinde görünür olmaları kadar doğal bir şey yok. Böylesi bir yaygın organizasyon, imkansızlıklar içinde ayakta kalmaya çalışan kozmopolit bir ülke olan Lübnan içinde doğal olarak zaten yüksek risk taşıyan bir zeminde faaliyet yürütmek zorundadır.
ABD, İngiltere, NATO ve diğer ortaklarınca sahip oldukları ülkesel veya bölgesel (Echelon) son teknoloji istihbarat uyduları, yüksek irtifa istihbarat uçakları, insansız hava araçları ve belki de farkında olmadığımız nice teknik imkanlarla sürekli Beyrut ve muhtemel hedef lokasyonların gözetim altında olduğu bir ortamda böylesi bir yaygın gücün kendini gizleyerek iş yapabilmesi çok kolay değildir. Dolayısıyla değerlendirmeler yapılırken aradaki orantıdan çok çok uzak güç durumunu hatırda tutarak bakmak lazım.
Ayrıca mezhebi değerlendirmeler veya Suriye üzerinden okumalar yapıp İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırılarına ve verilen şehitlere sevinenlere de hatırlatmak istiyorum ki aynı İsrail durmadan her gün Mescid-i Aksa’da tüm Müslümanların namusuna şerefine halel getiriyor ve bunu yaparken de Şii-Sünni diye ayırmıyor aynı İsrail, Hamas Sünni diye ona rıza göstermiyor, dünya tarihinin en acımasız soykırımını bu Sünni topluma uyguluyor. İsrail’in ABD ile birlikte Suriye iç savaşı boyunca Esed’in başta kalmasından rahatsız olmadıklarını bilakis mümkün olduğunca savaşı uzatmaya çalıştıklarını da unutmayalım ki bunu İsrail liderleri sözlü olarak itiraf da ettiler.
Şii-Sünni veya etnik -tarihi- sosyolojik ayrışmaların fitnesine kapılmadan zulme karşı bir ve beraber olmayı başarabilmeliyiz.
İsrail bir ileri karakoldur. Bu karakol zayıflayıp takatsiz düştükçe asıl arkasında olan güçler onun yerini alacaklardır. Bu kötülük imparatorluğuna karşı kim ne yapabiliyorsa elden geliyorsa yardım etmek, elden bir şey gelmiyorsa da en azından takdir etmek gerektir.
Nasrallah şehit düşmüş olabilir. Bu savaşta İsrail, Hizbullah’ın silahlı gücünü felç de edebilir ama bu zaten savaşın doğasında yok mudur? Hizbullah’ın önceki liderleri, Hamas liderleri, diğer direniş gruplarının liderleri, Mısır İhvan liderleri hep şehit edildiler ama direniş bitmedi, bitmez.
Bu mücadelede ölüm bir kayıp değildir. Birileri can verirken birileri de sırasının gelmesini bekler ama zulüm öyle ya da böyle eşyanın tabiatı gereği, sünnetüllah gereği yok olmaya mahkumdur. Soru, bu zulmün yok olup olmayacağı değil sadece ne zaman ve kimin eliyle yok olacağı sorusudur.
Bu acı tüm Müslümanların acısıdır, bu yara tüm mazlumların yarasıdır. Bu şehit, Şii veya Sünni, Arap-Türk-Fars ve Kürt tüm Müslümanların ortak şehididir.
İnanıyoruz ki karşısında bir ömür mücadele verdiği düşman tarafından şehit edilmesi, onun adını kirletmek isteyen kişi ve gruplar için de bir uyarı niteliğindedir.
Müslümanların kendi aralarındaki ihtilaflar ve anlaşmazlıklar, karşılarında İsrail ve arkasındaki Şeytan ittifakı olduğu sürece anlamsızdır. Bırakın İslam’ın, insanlığın düşmanı olan bu cinayet şebekesine ve arkasındaki tüm güçlere karşı Müslümanım ve insanım diyen herkes karşı durmak ve Kur’an-ı Kerim’in ifadesi ile ‘Bünyan’ün Marsus’ gibi birlikte saf tutmak zorundadır.
Bakınız karşı taraf Müslümanlara karşı tek bir duvar gibi bir arada dururken kendi aralarında birbirleriyle pek çok alanda kapışıp duruyorlar. İsrail hem kendi içinde hem de ABD’ye karşı, çeşitli menfaat odakları ve lobiler de ABD'de kendi içinde birbirine karşı, Almanya ile Fransa bir yandan birbirine karşı bir yandan da ikisi birden İngiltere’ye karşı içten içe bir kavga sürdürüyorlarken karşılarında Müslümanlar olduğunda tüm ayrılıkları bir kenara bırakıp bir arada duruyorlar. Kur'an-ı Kerim'in şu ayeti onların içinde bulunduğu durumu çok güzel resmediyor:
"Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, şüphesiz onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir." Haşr, 14
Rusya ve Çin bile şayet bazı talepleri ABD ve AB tarafından karşılanırsa bu ittifaka girmek için dünden hazırlar, suret-i haktan görünmek için belki sessiz ve suskun kalırlar ama gönülleri onlarla atmakta olacaktır.
Müslümanlar uyanık olmalı, düşmanını iyi tanımalı, zamanın ilmi, fenni, psikolojisi, sosyolojisi, fıkhı ile hareket edip düşmanın silahıyla mücehhez olmalı ve şirke, küfre, nifaka, zulme ve ahlaksızlığa karşı bir ve beraber durmalıdırlar.
Söyleyecek söz çok ama bugün matem günü.
Şehide Allah’tan rahmet, başta Hizbullah ve Hamas olmak üzere tüm Müslümanlara, mazlum ve mustaz’aflara başsağlığı dilerken sözlerimizi şairin ölmez dizeleri ile bitiriyoruz:
Mehmed'im sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! Gün doğmuş, gün batmış ebed bizimdir!
Naci HANPOLAT
KAYNAK: https://www.haberfikir.com/haberler/kose-yazilari/sehidler-kervanina-seyyid-nasrallah-da-katildi
FACEBOOK YORUMLAR