Tarihin yarısı kadar yaşlı, hazan ruhlu Siverek’te yaşam, kan, ter ve gözyaşı ile iç içe olmuştur hep. Bu üç kutlu değer, insanı erkenden olgunlaştırır Siverek’te. Bu üçlü, çoğu zaman sevinçlerle, çoğu zaman da üzüntülerle kendini gösterir.
Bazen kuçeçıkmaz dar bir sokakta, bazen kan davasında masum bir delikanlının kanlı gömleği olarak çıkar karşınıza.
Bazen, yedi kız çocuğunun ardından doğmuş erkek evladının şükür kurbanı, bazen, saatlerce bazalt taşı kıran bir ustanın nasırlı elleri…
Bazen, evladını adı konmamış kirli bir savaşta kaybeden bir annenin acı dolu gözyaşları ve bazen de kızını allı pullu gelin eden bir annenin mutluluk gözyaşlarıdır.
Bazen yolda yürürken 10 adımda bir, birileriyle selamlaşmaktır.
Bazen sofrasını, çayını, kahvesini sizinle paylaşmaya hazır yüzlerce kişilik bir ailenin üyesi olmaktır.
Bazen birilerinin, istediğin an yardımına koşacağını bilmektir bu şehirde yaşamak…
Sonbaharın tozlu fırtınalı günlerine denk gelir Siverek’in bağbozumu. Hazan rüzgârlarının ayrılık kokan seher yelleri, yavaş yavaş dallardaki Şire Üzümlerini dalgalandırıp durur sonbahar arefesinde. Albenisi çoktur Şire Üzümünün. Cam gibi Şire Üzümü, tüm heybetiyle seslenir size: “İşte buradayım, işte buradayım!” Cezbeder insanı altın sarısı üzümler, bağımlısı yapar…
Sıcakların kemale ermesiyle Şire Üzümü de kemale erer ve kerge hazırlıklarına başlanır Siverek’te. Bir yandan beyaz kerge toprağı hazırlanır, öbür yanda kerge kazanları kalaylanır kalaycı Süphi’de… Sabahın seherinde yola düşer kergeciler, emekçiler, sevdalılar… Bal gibi Şire üzümleri sandık sandık toplanacak, nasırlı omuzlarda taşınacak ve çuvallarda ezilip kazanlarda kaynatılacak. Zaman, emek, inaç hepsi bir arada…
Sonbaharda güneşin ilk ışıklarıyla beraber, taze Şire’nin kokusu sarar mahalleyi. Kocaman kazanlarda Pelok buhurdanı tüter Siverek semalarında… Aylar sürecek hazırlıklar başlamıştır artık…
Mahalleye pelok dağıtır Xaltiya İmmê (İmhan Teyze), pelok’a, susam serper, Seydo Dayı... Mahallenin hünerli kadınları, kazanın etrafını kuşatır... Çarşaf çarşaf taşınır el emeği, göz nuru bulamaçl…
Nasırlı eller; pekmez taşır, kesme taşır, pestil taşır, Kızılbanki Üzüm taşır, bazalt taşlı avlulardan toprak damlı evlere... Buram buram şıra kokar damlar. Gece ay ışığında yakamoz olur pestil. Şiir olup kalbinize dökülür kuru yemiş…
Aslında Siverek’te kerge, geçmiş ve gelecek arasında kadim bir imecedir hep. Çarşaflara dökülen pelok’tan sadece pestil dökülmez; hasret ve özlem de resmedilir çarçaflara. Yaralı gönüller, pestille resim yaparlar, ince ince nakşederler tuvallere sevgilerini, hasretlerini.
Ay ışığında, dama özgürce serilir pestil. Nazlıdır, beşikteki evlat gibi kurttan-kuştan muhafaza edilir pestil... Nazlı bir yar gibidir pestil. Sevilmek ister, yarenlik ister, şefkat ister, merhamet ister...
Kesmeler, sucuklar pekmezler umudun başka bir adıdır Siverek’te… Ay ışığında kışa hazırlık, güneş yanığı bir çoban yüzüdür kerge. Bir masaldır cevizli sucuk, peloka banmış bir devek’tir kerge… Susamlı mayhoş Siverek pestili, evlat hasreti çeken genç bir annede, gece aşermesidir, naz edip durur…
Şimdi, o güzel kerge mevsiminden bir eser yok. Yok, artık o eski kergevan; Meta İmxanlar, Apê Seydolar, Xaltiya İmmêler. Bizi bu gökkubbe altında, bu ruhsuz alemde yalnız bırakıp ahirete irtihal ettiler… Her şeyin en güzelini paylaşarak sessiz sedasız, Rahmeti Rahmana kavuştular; dünyanın en mutlu insanları olarak...
Yeni nesil, hiç bilmez neyin nesidir kerge. Bir oyun mu, yeni bir telefon uygulaması mı yoksa? Son kerge kazanını da bu yıl eskiciye sattı Meta İmxan. Apê Eyyo’nun bağının yerine de 10 katlı bir site yapılmış. Balkonlardan sesleniyor birbirine yaşlı teyzeler; “buralar eskiden bağdı.”
Sanki bu diyarda hiç bağcılık yapılmadı. Çerçi İso: diyar diyar gezip; “Siverek’ten geldi, pekmeeeez, kesmeeee taze taze” diye bağırmadı hiç. Şairin tabiriyle: "çünkü her şey eskiye kaldı, anılar bile, her şey, ama her şey eskiye kaldı."
Eskilerin sevilmesi, belki de bir daha gelmeyecek olmasındadır. Çok güzel olduğundan değil. Sahi ya güzel, izafi bir kavram değil miydi? Zaman mefhumunu yitirmek bu olmalı... Büyümek istememek, hep güzel günlerde kalmayı arzulamak, içinde binlerce düş barındırmak, Kerge hayallerle çoğalmak...
Hesapsız sevmek, beklentisiz vermek Siverek’te Kergeyi... Liste uzar da uzar... En çok da tuhaf şeyler özlenir hani. Bilenler bilir; kuçede düşerdik hani. Küp, küp, kesme kara taşlar… Dizlerimiz kan revan içinde kalırdı, canımiz yansa da umursamazdık. Nasıl olsa kurur, bize de kabuğu kalırdı... Bazen sırf o kabuk olsun diye koşardık tam gaz, bilerek düşenlerimiz bile vardı... Qijo, sobe, taxt u tol, deleme… Tatlı Tatlı kabuk soymak için birer araçtı sadece. Ne zevkti ama... İnceden bir sızı, sonra biraz da kan bulaşırdı. Aslında o acı dolu anı özlüyor insan... O kabuğu soymayı... Düşmeyi, düşüp düşüp yeniden kalkmayı. İşte öyle bir duygu, kergeyi yeniden yaşamak, kerge kokusunu duymak ve onunla yeniden çocuk olmak…
Sağımızı solumuzu beton yüzeyler, kesmenin, pestilin yerini bitter çikolata, pekmezin yerini ligth kolalar aldı. Kökten budandı bağlar ve Şire Üzümü de inşaata kurban gitti...
Seydo Amca’yı bu yıl, İmxan Teyze’yi de geçen yıl özlemle yad ettik. İyi insanlardı; Hak katında da iyidirler inşallah… İyiydiler, iyilerle beraberdiler bence. Fıtratları iyilik hamuruyla yoğrulmuştu çünkü. İyi insanları gözleriyle görüp öyle yetiştiler çünkü. Özümüze dönüp kendi elimizle bozmuş olduğumuz bu yaradılış ayarlarımızı düzeltmek için çabaladığımız bu zamanda yine onlar gibi iyi insanlar yetiştirebilir miyiz acaba?
Zor biraz.
Yankılanmıyor artık kulaklarda Bağban’ın düdüğü. Haylaz çocuklar yok bağlarda artık. Eskisi gibi mayhoş koruk kokuları tütmüyor burunlarda. Çocuklar bağlara dadanıp koruk çalmıyor. İnsan, artık bağa güvenmiyor, bağda insanlara. Bir umut kayboldu bu coğrafyada. Sessiz ve sedasız… Bir şeyler oldu bu şehre bir şeyler…
Küçede oynayan çocuk yok, zaten taşlı küçeleri asfalt kapladı çoktan. O yüzden çocuklar ya evlerin teraslarında, ya da balkonlarda oynuyorlar. Uçurtmalar görünmüyor Siverek semalarında. Şimdi havali’yi, çıkçıko' yu unutan bir nesil var karşımızda. Gönüllere ateş dolduran o Şair, mısraına şu dizeyi de eklesin: “ O kerge deminden bir resim bile yok şimdi!” Öylesine betonlaşmış ki ruhumuz, öylesine kararmış ki umutlarımız, kerge mevsiminden haberimiz bile yok! Gidenler gitti, biz anılarıyla teselli olalım…
FACEBOOK YORUMLAR