Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

TAHSİN’LERİ ANLAMAK

06 Ocak 2014 - 07:02

Facebook’ta, twitter’de sloganik konuşmalarda duyarsınız sık sık: -Hayatta üç şey vardır:... Hayatta iki şey vardır:... diye başlayan ve hayat tecrübelerini anlatan kutlu sözleri.

Size daha önce kulakların duyduğu kutlu sözlerden birini yazmayacağım. Yaşadığım coğrafyanın verimli topraklarından elde ettiğim ve henüz güneş yüzü görmemiş iki mahrem sözü yazacağım: “Bu coğrafyada iki şey zordur: Yaşamak ve Ölmek.”

Burada canlılar, her gün bin kez ölür; bir kez yaşamak için. Talebesi- muallimi farklıdır bu coğrafyanın. Hiçbir pedegoji alfabesinde de yer edinmemiştir buranın terbiye ediciliği. Rabbil Alemin Alemleri terbiye ederken, burayı da Ehadiyet sıfatına yaraşır derecede terbiye etmiştir.

Aslında bu coğrafyada her bir öğrenci kariyersiz, uzman bir öğretmendir. Okudukça bildiklerinizi silen, yeni kavramlar kazandıran, kadim bir kitaptır çocuklar.

Bu coğrafyanın çocukları ayaz gecelerde annesiz geçirir gecelerini. Bazen aç, bazen ödevsiz uyurlar; kolejli ve okul servislilere inat.

İnsafsız bir maratonla baş başa kalır çocuklar burada. Haksız bir hipodromda koşmaya zorlanırlar, papatya yayınevinin saman kağıdı testlerinde.

Aynı şartlarda eğitilmeyenler, aynı sınava tabi tutulurlar, bu insafsız er meydanında. Burada hayat, atlattığın fırtınaları değil, limana yetişip yetişmediğinin hesabını yaptırır insafsızca…

Çoğu kapağı Batı’ya atma peşindedir bu coğrafyanın soyut muallimleri. Tecrübesini burada kadim kılmaya çalışır. Zigana Geçidi gibi geçiş bölgesidir bu yörenin okulları. Her idealist (?) mualliminin bir mazereti vardır mutlaka. Yakın akrabalarından biri rahatsızdır, annesi felçli, babası kötürüm. Mutlaka bakması gerekmektedir yakınlarına. Rapor almalarının nedeni budur; yoksa bayrağın dalgalandığı her yerde çalışmak boyunlarının borcudur(?)

Aslında bir çoğunun buraya düşmesi haksızlıktır. Dereceyle bitirilmiş bir başarı hikayesinden sonra.

KPSS den önce, neresi olursa olsun giderim diyen, ardından ben buraların adamıydım detirden dualist bir kimliği vardır muallimlerinin.

Ah zaman ah! Sen neler öğretmedin ki bizlere?

Çoban Yusuf sabah ezanıyla uyanır bu coğrafyada. Yırtık lastik ayakkabısını yerden sürükleye sürükleye düşer çamurlu okul yoluna. Büyük bir heyecanla bekler muallimini. Bekler, bekler, bekler… Ama muallim raporludur gelmeyecek. Gelmeyecek, gelmeyecek… Oysaki Yusuf için bir moladır çobanlık süresince okul. Boş zamanı değerlendirmektir okul.

Dokundum ya ve dedim ya, bu coğrafyada her bir öğrenci, kariyersiz uzman bir öğretmendir aslında. Yazılmamış birçok hikayesi olan, sevgiden mahrum bir kainat öğretmeni.

Günlerden pazar. Beni arıyor duyarlı dostum. Bizim mahallede 13 yaşlarında bir öğrenci intihar etmiş. Ne korkunç!

On üç ve öğrenci.

Ürküyorum!

Bu sabah, tavana asılı bulmuşlar akrabaları Tahsin’i.

Dedim ya, bu coğrafyada her bir öğrenci kariyersiz uzman bir öğretmendir aslında.

İlçemizde bir ortaokulda son sınıf öğrencisiymiş Tahsin. Varoşlar mı desem, yazı daha havalı olsun diye Gettolar mı desem bilmiyorum. Bildiğim tek şey, yoksul ve yoksun bir mahalde mukim olduğu.

Ailesi, doğuştan kısmeti kıt olarak dünyaya getirmiş Onu. Babası iki evli. Doğumu da bir mevsimlik işçi çadırında gerçekleşmiş zaten.

Hiçbir zaman olmayan ailesi, O okusun diye, bizim gibi çadırlarda baba olmasın diye, Onu kaderiyle baş başa bırakıp yevmiye çalışmaya gitmiş.

Tahsin, uzun süre arkadaşlarından, kardeşlerinden, akrabalarından uzak bir sessizlik içinde hayatı sorgulamış. Dersleri zaten malum. Bazen aç, bazen yarı tok, sekizinci sınıfa kadar gelebilmiş. On iki kardeşlermiş. Bir yıl önce de ablası intihar etmiş. Evde huzur yok. Tüm aile içine kapanık. Öğretmenler elinden geleni yapmış, çalışmış- çabalamış. Fakat böyle bir talihsizliği de tahmin edememişler ne yazık ki.

Ah sevgili dostlar ah, bir bilseniz şu düşmandan beter televizyonların magazin kültürü, cafcaflı hayatları anlatan sözde yüksek yaşantılı programları, bizden ve sevdiklerimizden neleri alıp götürüyor neleri. Bir avcı köpeği gibidir televizyon, kendi hemcinslerini avlatmaktan zevk alan. Avı görünce kuyruk sallayan, sahibine ihbar eden…

Tv dizileri ve reklamları korkunç derecede gençleri lüks tüketime teşvik ederken; sabrı, yokluk için başarmayı, bir alt dereceye baktırmayı, nedense hiç akla getirtmiyor. Her dizi kahramanının, lüks bir arabası, ofisi, kuaförü varken, bir şükür kelimesi yoktur ne yazık ki.

Ve yine ne yazık ki; bu dizilerin reytingini de varoşlar yükseltiyormuş. Çünkü işsizlik had safhada ve tamamen seviyesiz bir özenti teşvik ediliyor bilinçaltlarına. Çocuklar okulda öğrendiği matematikle ancak kaç yıl çalışırsa bu hayatın neresine gelebileceğinin telaşına düşüyor bu rehbersiz hayatta.

Bazen yolum Metropollere düşer. Oradaki sokak çocuklarını gözlemlerim. Çoğu köprü altlarında yatıyor, kâğıt topluyor.

Kaç kardeşsiniz? İlk sorum oluyor hep:

-10, 11, 12, 13...

Ne ilginç, çoğunun babası da iki evli çıkıyor. Sevgisiz büyüyen çocuklar, babadan, anneden sevgi görmemiş fertler... Ve biz ileride toplum diye bunları izleyeceğiz maalesef…

Anne-baba evdeki otoriteyi sağlamak için ya şiddet kullanmış ya da şiddet içerikli kelimeler. Yani ortopedik çağrışımlı bir aileden geliyor çoğu. Ve bunlar Metropollerde lüks yaşantılı hayatları sorguluyorlar artık:

—Bunlar nerelere gelmiş, biz neredeyiz?

Ve Batı’nın bütün ahlak dışı işleriyle hemhal olanların kimliğine baktığımda yine yöremizin insanı çıkıyordu karşıma. Nedenini sorgulamadan, yargılamadan edemiyordum tabiî ki.

Sizce bu insanlar neden çok çocuk yapıyor? Neden bu hale düşüyorlar? Bu yokluk ve kanunsuzluk içinde, niye bunca çocuğun dünyaya gelmesine vesile oluyorlar?

Bence, insanlar bir şekilde hayattan gizli gizli intikam alıyor burada. Çocuklar bu bölgede caydırıcı güç olarak hazır kıta asker vazifesiyle dünyaya getiriliyor; şefkatle büyüsünde uyusun diye değil.

İnsanlar kanunlara burada ailesinin ve ailenin birey sayısına göre saygı görüyor - gösteriyor. Ve insanlar müdafaa ve muhafaza için durmadan çocuk yapıyor. Ve bu çocuklar ya çadırlarda ya da varoşlarda büyüyor, geleceğimizi(?) inşaa ediyor.

İlçemizin bir mahallesinde, fazla sayıda böbrek hastası vatandaşlarımızın olması beni düşündürüyordu. Bir doktor arkadaşımdan bunun nedenini sordum:

“Susuzluk ve soğuk böbreğin düşmanıdır. Bu vatandaşlarımızın çoğu işçi çadırında doğmuş, işçi çadırında büyümüştür, ondandır.” demişti. Yerinde bir tespit bence.

İşte intihar eden Tahsin’de böyle bir sosyal realitenin olduğu topraklarda bitmiş, kendini ve yaşam düzeyini sorgulamış, ve hiçbir not bırakmadan, sevgi alamadan, annesinin son acılı figan sesini, babasının sigara dumanı kokan kızgın öfkesini işitmeden, toprak damlı bir evin tahta direklerine gözlerini dikerek, bu hayattan intikamını alıp gitmişti.

17 yaşlarında bir öğrencim var. Delikanlı ve mert. Ayda bir mutlaka uğrar derslerinden haber verir. Yaklaşık üç ay oldu gelmedi. Bayağı merak etmiştim. Çarşamba günü çıkıp geldi. Gözleri çukurlaşmış, rengi solmuştu. Bir kedi sessizliğiyle içeriye süzüldü. Derslerinin kötü olduğunu söyledi. Sorgulayınca hıçkırıklarını yutmaya başladı. Ailesi, iki kardeşini de kendisine emanet ederek çalışmaya gitmiş. Evin büyüğü olarak kardeşlerinin tüm işlerini üstlenmiş. Lakin baba üç aydır arayıp sormuyormuş. Akrabalarının durumu da iyi değilmiş zaten. Bir taraftan okul, bir taraftan ağabeylik… Annesinin kendisine pişirdiği yüreği kadar yufka ve hayat kokan yufka ekmekleride tükenmiş. Evde yiyecek bir şey kalmamış. Hocam kızacaksınız ama kış geldiğinden beri elektiriğimizide …. Anlıyordum. Fırıncıda bize ekmek vermiyor artık. Bir aydır adamın parasını vermedik adam haklı. Adam haklı çünkü; ne zaman vereceğimizde belli değil parasını. Ailem gelemeyebilir. Tarsus’tan belki Ankara’ya soğan toplamaya ya da Kayseri’ye şekerpancarı toplamaya gidecek. Bazen buralarda bir akrabamızın taziyesi olursa babam gelir bize de uğrar ihtiyaçlarımızı alıp gider. Bu senede ölen olmadı galiba…

Bu realiteleri yaşayan o kadar çok masum yürek var ki bu coğrafyada, kaleme almaya ne zaman ne de tahammül yeter.

Muallimlere, “dersini anlat git” muamelesi gördürten eğitim sistemimiz var ya bence tüm neden bu diyen serzenişlerinizi duyar gibiyim. Belki haklı belki de haksızsınız diyeceğim.

Okuldan sonra okey masalarında bol bol zaman tüketen muallim arkadaşlarım!

Hepimiz bu çocuklardan sorumluyuz. Ve unutmayalım ki biz, aynı güneşin çocuklarıyız. Ve Müslümansız.

Müslüman inancında tüm inananlar bir uzvun parçaları gibidir.

Bir öğretmenin boş zamanı olmamalı. Tüm dernek, sendika ve STK’lar gönüllü olarak bu eğitim farkını gidermek, aradaki uçurumu kapatmak için çaba sarf etmelidir.

Bu coğrafyanın bir dakika bile tatile ve dinlenmeye zamanı yok. Bu açığı bizler kapatmalıyız. Yılların verdiği sorunlar bir anda tabiî ki bitmez. Yanlışlar üzerinden kerge (bağbozumu) kaynatmanın zamanı değil. Yeni şeyler söylemek yeni meyveler yetiştirmek lazım.

Şimdilik, bir insanı yetiştirmek, bir insanın elinden tutmak ilk vazife olmalı. Deniz Yıldızı’nın hikâyesini anlatmama gerek yok sanırım. Her muallim, iyi bir rehber öğretmen değil midir aynı zamanda?

Çocuklarımıza umudu, sıkıntılar içerisinde daha başarılı olabilmeyi, en başarılı insanların en sıkıntılı şartlarda yetiştiğini anlatabilmeliyiz. Bunu sırf devletten beklemek heyuladır. Bir öğretmen devletin kendisi değil midir sınıfa girince?

Maktul Tahsin, evet maktul diyorum çünkü onu bizler katlettik. Çünkü Tahsin, bu acımasız topraklarda ancak on üç yıl dayanabildi. Ve hayattan daha doğrusu bizden en acımasız bir şekilde intikamını da aldı da gitti.

Peki çözüm olarak; Osman’ların, Ahmet’lerin, Haydar’ların, Betül’lerin de intihar etmelerini mi bekleyeceğiz?

Hayır!

İnanın hepimiz suçluyuz bir o kadar. Adaletsiz bir paylaşım varsa, buna ne kadar engel olabiliyoruz bunun muhasebesini yapmalıyız. Artık erdemi, azmi yaşayarak aşılamayız topluma, çocuklarımıza, öğrencilerimize.

Çünkü; hayatın rövanşı yok ve bir kez yıkandığımız nehirde ikinci kez yıkanma şansı da vermiyor bu acımasız kullar Tahsin’lere. Ve bir o kadar gerçek olanı da bu din, İntiharı men etmiş.

Allah, O masumu, mağfiret eyleyenlerinden eylesin. Müntekim olan yüce Allah, kul hakkı yiyip lüks hayatlarla kara gözlüklerinin altında, mazlum kanı üzerine kurdukları malikanelerinde kadeh tokuşturanları da ıslah etsin. Amin!

Selam ve Muhabbetle.

05.01.2014

Siverek

Bu yazı 2303 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum