Sinema sektörünün Siyonizm’in denen güç odaklarının etkisi altında olduğu sıkça dile getirilen bir gerçektir. Medyanın ve dijital dünyanın geniş bir kısmının aynı çevrelerin kontrolünde olduğuna yönelik iddialar, özellikle İsrail’in Filistin halkına yönelik saldırıları sırasında yeniden gündeme gelmiştir. Gazetelerden televizyonlara, haber sitelerinden sosyal medyaya kadar pek çok platformda olayların tek taraflı yansıtıldığına dair yoğun bir kamuoyu algısı oluşmuştur. Ancak bu geniş ve tartışmalı konunun ötesinde, burada asıl değinmek istediğimiz mesele, dizilerin ve programların toplum üzerindeki etkileridir.
Bugün Türk dizilerine genel olarak bakıldığında, Türk toplum yapısıyla uyuşan örneklerin neredeyse yok denecek kadar az olduğu görülmektedir. Aile üyeleri arasında güvensizlik, çıkar ilişkisi üzerine kurulu bağlar, ahlaki değerlerin hiçe sayılması ve çarpık ilişkilerin normalleştirilmesi, birçok dizide temel temalar hâline gelmiştir. Bu durum, toplumun aile yapısına yönelik bilinçli bir mühendislik çalışması yürütüldüğü düşüncesini akıllara getirmektedir.
Aynı yozlaşmanın komşuluk ve arkadaşlık ilişkilerine de yansıtıldığı görülmektedir.
Dizilerde sıkça yer verilen alkol, tütün ve çeşitli zararlı maddelerin kullanımı ise uluslararası yapımlara kıyasla daha yüksek bir görünürlük kazanmıştır.
Özellikle genç nesil bu içeriklerle büyümekte; terbiye, edep, utanma duygusu, anne-babaya ve büyüklere saygı gibi değerler zayıflamaktadır. Böylece giderek bencil, duygusal bağları zayıf bir kuşak ortaya çıkmaktadır. Tüm bunlar ise “özgürlük” kavramı adı altında meşrulaştırılmaktadır.
Oysa hangi inançtan olursa olsun, hiçbir toplum ahlaksızlığı ve kültürel yozlaşmayı kabul etmez. Bugün aile yapısının hedef alındığı; milli ve manevi değerlerin aşındırıldığı yönündeki toplumsal kaygılar her geçen gün artmaktadır.
Rus sosyolog Birmagambetova'nın Türk dizilerine yönelik tespitleri de dikkat çekicidir. Bir röportajında şu sözleri kullanmaktadır:
“Türk dizilerinden dolayı insanlar yozlaşıyor mu? Evet, aynen öyle oluyor. Entrika, dedikodu, agresiflik, aldatma... İnsanlar bunu izlediğinde ‘hayatın normali bu’ diye düşünmeye başlıyor. Beyindeki sinirsel bağlantılar bunu kopyalıyor ve belli bir zaman sonra aynısını kendi yaşamında uygulama eğilimine giriyor. Bu çok üzücü bir durum.”
Öte yandan, Azerbaycan Milli Televizyon ve Radyo Konseyi, ülkede yayımlanan tüm yabancı dizilerin gösterimini yasaklayan bir karara imza atmıştır. Bizde ise sorun, yerli dizilerin dahi toplumsal değerlere uygun olmamasıdır.
Dizi ve programlar aracılığıyla aile kurumu hedef alınmakta, genç nesil ciddi bir tehdit altında bırakılmaktadır. Çarpık ilişkiler, fuhuş ve ahlaksızlık içeren sahneler; henüz hayatı tanımaya başlayan çocukların taze zihinlerini olumsuz etkilemektedir. Bu içerikler, “sanat” adı altında toplumun ahlak anlayışını zedelemekte ve aile kurumunu temelden sarsmaktadır.
RTÜK yaptırımlarının caydırıcı olmaktan uzak olduğu, bu sorunun giderek büyüdüğü açıkça görülmektedir. Buna bir çözüm bulunulması acili yet arz etmekte olduğunun kanaatindeyim. Elbette hiç kimse yasakçılığı savunmaz bende savunacak değilim; ancak geleceğin teminatı olan gençlerin, bu tür içeriklerin etkisiyle duygusuz, şuursuz ve ahlaki değerlere uzak bireyler hâline gelmesine kimse seyirci de kalmak istemez. Dizilerin tek başına toplumda değişimi yarattığını söylemek mümkün olmasa da etkilerinin yadsınamayacak kadar güçlü olduğu açıktır.
Bugün televizyonlarda yayınlanan ahlak dışı içeriklerin toplum üzerinde özellikle çocuklar ve gençler üzerinde ciddi bir olumsuz etki bıraktığı artık inkâr edilemez bir gerçektir.
Dolayısıyla bu topluma, kültüre ve değerlere uygun olmayan dizi ve programlara yönelik tepki, yalnızca bir eleştiri değil; yerinde ve haklı bir toplum isyanı niteliğindedir.


FACEBOOK YORUMLAR