Mustafa Remzi Taşçı

Mustafa Remzi Taşçı

[email protected]

FANUS ÇOCUKLAR, KIRILAN DEĞERLER: SAĞLIKLI NESİL YETİŞTİRMENİN PÜF NOKTALARI

06 Aralık 2025 - 19:25



Çocukları pamuklar içinde büyütüp üzülmesin diye her istediklerine “evet” dersek, onlara iyi bir eğitim vermek için gösterdiğimiz çabanın da çok fayda sağlamayacağını bilmemiz gerekir. Aşırı korumacılığımızın, çocuklarımızı topluma faydalı birey olmaktan uzaklaştırdığını fark ettiğimizde ise çoğu zaman çok geç kalınmış olur.

Son yıllarda ebeveynlerin yaptığı en büyük hatalara bakalım:

Çocukları adeta bir fanusta yetiştirmeye çalışıyoruz. Sokağa çıkmalarına izin vermiyoruz. Oysa anne babalar, çocukların er ya da geç sokakla tanışacağını unutmamalı. Evet, eskisi kadar masum değil belki; fakat güvenlikli sitelerde bile çocuklar bahçeye indiğinde anne-babaların arkalarında dolaştıklarına, düşmelerine bile müsaade etmediklerine şahit oluyoruz. Bu tutum çocukların çocukluklarını yaşamalarına, akranlarıyla iletişim kurmalarına engel oluyor. Oysa düşmek de kalkmak da hayatın bir gerçeğidir ve çocuğun kişiliğinin olgunlaşması için gereklidir. “Yabancılar tehlikelidir” gibi sürekli korku yüklü cümleler de çocukların kaygı düzeyini artırır.

Çocuğun kendi pantolonunu giymesine, tabağını kaldırmasına, yatağını toplamasına izin vermeyen; her istediğini yapan ebeveynler, çocukların memnuniyet eşiği çok yükseltmektedir. Üretkenlikten uzak bireyler oluşmasına zemin hazırlar.

Son dönemde “çocuğumla arkadaş gibiyim” söylemleri de oldukça yaygınlaştı. Oysa çocuğun hayatında birçok arkadaşı olacaktır; anne ve baba ise tektir. İkinci bir anne babası olmayacaktır. Büyüme çağındaki bir çocuğun arkadaştan çok yol gösterici bir ebeveyne ihtiyacı vardır.

Çocuğa karşı tutarlı bir dil kullanmak gerekir. Bir yandan yalanın yanlış olduğunu söylerken, herhangi biri aradığında “evde değiliz” ya da “çıkmak üzereyiz” gibi küçük görünen yalanlar söylemek, çocuğun gözünde ebeveyni tutarsız kılar. Çevreyle yeni tanışan bir çocuk, anne babasını gölge gibi adım adım takip eder.

Aç kalmasın, yorulmasın diye neredeyse yemeği çiğneyip çocuğun ağzına vermeye kadar giden aşırı davranışları sağlıklı birer davranış değildir. Hiç yorulmak bilmeyen bir çocuğun kişiliğinin nasıl gelişeceğini kestirmek zordur.
Bazı ebeveynler, çocuk çok basit bir iş yaptığında bile ölçüsüz övgülerle cesaretlendirmeye çalışırken, bazen de aşırı eleştirerek yıpratır. Her iki uç da yanlıştır.

Çocukları başkalarıyla kıyaslamak, onların kendilerini yetersiz ve değersiz hissetmelerine neden olur. Sevgiden yoksun, sürekli azarlanan çocuklardan sağlıklı bir kişilik beklemek de gerçekçi değildir. “Sakar, beceriksiz, tembel” gibi etiketlemeler özgüveni zedeler. Eksikleri varsa ebeveynin görevi yol göstermektir.

Çocuklarımızı öpmenin ve sarılmanın büyük bir ihtiyaç olduğunu biliyoruz. Ancak “Ben sana kurban olurum” gibi söylemler doğru değildir. Çocuğa değerli olduğunu hissettirmek önemlidir; fakat onu yüce bir varlıkmış gibi görmek de yanlıştır. Her şey tadında olmalıdır.
Mahremiyet eğitimi de ebeveynlerin sorumluluğundadır. Çocuk, bu eğitim sayesinde hem kendi özel alanını hem de başkalarının özel alanını tanır ve sınır koymayı öğrenir. Ne yazık ki bazı ailelerde özellikle erkek çocuk yetiştirirken “Erkek adam ağlamaz”, “Göster pipini amcana” ya da kız çocukları için “Hangisini sana alayım?” gibi cümleler duyulmaktadır. Bunlar kimlik gelişimi açısından son derece zararlıdır.

Ebeveynler koydukları kısıtlamaların arkasında duramadığında, çocuk ağlayınca hemen pes ettiğinde, çocuk bunu alışkanlık hâline getirir ve istediği her şeyi bu yolla yaptırmaya çalışır.
Dizilerdeki çarpık ilişkiler ve şiddetin yoğun şekilde işlendiğini görüyoruz. Bunları ailece izlemek, çocuğun gelişiminde olumsuz izler bırakır. Televizyon programlarında seçici olmak gerekir. Bu noktada RTÜK’ün denetim eksikliği de tartışılmalıdır.

Çocuğun eline tablet, telefon verip saatlerce oyalamak; sonra da “Konuşmuyor, misafirle selamlaşmıyor, kambur duruyor, sosyal değil” demek çelişkidir. Çünkü bu duruma bizzat ebeveynler sebep oluyor.

Çocuğu akrabalardan, aile büyüklerinden,  hele hele dede ve nineden uzaklaştırmak, sosyal çevreden uzak büyütmek de antisosyalliğe davetiye çıkarır. Akrabalığın, dostluğun ve komşuluğun değerini öğretmeden, çocuktan sosyal olmasını beklemek doğru değildir.
Etik değerlerin, dini ve ahlaki kavramların öğretilmediği; peygamber sevgisinden habersiz büyüyen bir çocuğun egoist olması da kaçınılmazdır. Yüce Yaradan’ı tanımayan bir çocuğun ebeveyni tanıması ya da ona saygı duyması da beklenemez.

Tüm bu olumsuzluklarla okula başlayan çocuk, bencil bir kişilik geliştirmişse ne öğretmenine ne arkadaşlarına saygılı olabilir. Öğretmen çocuğu prens ya da prenses gibi karşılamadığında “O öğretmen de kim oluyor?” diyen ebeveyn tavrının sonucunda, çocukta öğretmene saygı tamamen kaybolur. Şikâyet kültürüyle, özellikle CİMER üzerinden yapılan ölçüsüz başvurularla öğretmenin değeri çocuğun gözünde daha da azalır. Üstelik ebeveyn, çocuğun yanında öğretmen hakkında dedikodu yaparsa, çocuk da aynı tutumu benimser.

Bazı ebeveynlerin çocukların yorulmaması için; ödevlerini kendileri yaptıklarını öğretmenler bilmiyor değildir. Bu da çocuğun dürüstlüğünde bir yara olarak iz bırakır. 

Teneffüste çocuğun peşinden dolaşıp yemek yedirmek, arkadaşlarıyla ilişkisinde sürekli müdahil olmak, hatta okulda diğer çocukları azarlamak gibi davranışlar da sağlıksızdır. Bu tutumlar çatışma ve şikâyetleri artırır, öğretmeni zor durumda bırakır.

Düzgün yetiştirilen bir çocuk akran zorbalığına uğramadığı gibi diğer her türlü zorbalıkla baş edebilecek olgunluğa da erişmesi içten bile değildir. 

Bugün çocukların büyüklerine ve öğretmenlerine karşı pervasız davranışlar sergilemesinde en büyük pay ebeveynlere aittir. Çünkü çocuk, ebeveynin aynadaki yansımasıdır. Bu sonuçtan memnun değilsek, önce edebi, ahlakı, insan sevgisini, millet sevgisini, Allah ve peygamber sevgisini, doğa sevgisini çocuklarımıza aşılamalıyız. Üretken, kendi ayakları üzerinde durabilen, adaletli bir kişilik yetiştirmek istiyorsak üzerine düşen görevi herkes eksiksiz yerine getirmelidir. Çocuğun düştüğü yerden kalkmasını bilmesi, saygılı ve onurlu bir kişiliğe sahip olması için çaba göstermek şarttır.

Çocuğun terbiyesini, ahlakını ve adaletli biri olabilmesini sadece aileye bağlamak doğru değildir. Çocuğun kişilik gelişiminde aile, çevre, okul ve dijital dünya birlikte bir kişilik oluşturur. Öğretmene yönelik saldırılar varsa, bunun tüm bileşenlerin ortak etkisiyle oluştuğunu unutmamak gerekir.

Hz. Ali’nin “Bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum” sözü; bilgiye, öğrenmeye ve öğretmene duyulan saygının en derin ifadesidir. Ama bugün geldiğimiz noktada öğretmene şiddet, akrana şiddet konuşuluyorsa, herkesin durup düşünmesi ve sorumluluğunu sorgulaması gerekir.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum