ARKADAŞIM HALİT
İKİNCİ BÖLÜM..
Dedeme göre bir insanın kendi kapısında bulunan hayvanlarından kırk tanesini ayırıp satması, bu parayla şehirde ev alıp ve şehre taşınmaya kalkışması için insanın çıldırması, aklını yitirmesi anlamına gelirdi. Ki babamın yaptığı da tam tamına buydu. Dedem günlerce küs kalmış babamla. Yemekten içmekten kesilen dedemin bu içler acısı durumu anneme ve babama büyük üzüntü vermiş. Bu vahim durumdan hiç şüphe yok ki biz çocuklar da payımıza düşeni fazlasıyla almıştık. İçine yuvarlandığı üzüntüden dolayı dedemin -o her akşam severek- bize anlattığı birbirinden güzel masal ve hikâyelerden artık mahrum kalıyorduk. Dedem büyük bir suskunluğa gömülmüştü. Ve ben bundan büyük üzüntü duyuyordum. Ne var ki yapılacak fazla bir şey yoktu ortada. Babam o güzelim koyunları satıp parasıyla Siverekte bir ev almış ve dedem bunu bir türlü kabullenemiyordu.
Aradan kısa bir zaman geçince araya hatır sahibi dost ve akrabalar girmiş ve dedem ister istemez durumu kabullenmek zorunda kalmıştı. Dedemin yumuşadığını, öfkesinin dindiğini gören babam fırsat bu fırsat diyerek şehre yerleşmek için kolları sıvamış. Yaz aylarında köydeki işlerini düzene koyan babam şehirde bize gerekli olacak ihtiyaçlarımızın bir araya getirilmesi için hazırlıklara çoktan koyulmuştu bile. Harman-bostan, hayvan-tarla işi derken sonbahar gelip çattı. Babam kış bastırmadan bizi şehre yerleştirmek istiyordu. Siverekte satın aldığı toprak damlı evimizi elden geçiren, eksikliklerini gideren babam köyden ayrılma günümüzü belirleyerek taşınma konusunda da bir kamyon sahibiyle anlaşmaya varmış.
Beklenen gün gelip çatmıştı. BabamınSiverekten temin ettiği Thames marka siyah renkli,yeni ve büyükçe bir kamyon köydeki evimizin kapısına yanaştığında dünyanın sonu geldi sanmıştım. Kamyonun sahibi Siverekte ikamet eden babamın dostu Mehmet Toskanındı. Soförlüğünü bıyıkları yenı terleyen oğlu Hasan yapıyordu.Kamyon daha uzaktan görünür görünmez Mustafa amcam ve çocukları başta olmak üzere köydeki yakın akrabalar evimize doğru yola koyulmuşlardı. Evimizin önünde toplanan herkes çok hüzünlüydü. Kimse olup bitene bir anlam veremiyordu. İnsanlar yüzlerine sinen hüzün ve sıkıntılarını birbirinden saklamıyorlardı. Suratları asık, yüzlerinden düşen bin parçaydı. Hiç kimse biraz sonra Sivereke doğru yola koyulacağımıza kendilerini inandıramıyor ve bu üzüntülü manzaranın rüyadan ibaret olmasını istiyordu. Etrafta toplananlara göre biraz sonra babam ileriye fırlayıp Ben size şaka yaptım, şehre gitmekten vazgeçtim diyecek ve bu kötü rüya son bulacaktı.
Ne var ki hiçte öyle olmadı. Kamyon şoförü Hasanın Haydi oyalanmayalım, acele edelim, yoksa geç kalacağız! demesiyle herkes aniden hareketlendi. Köyün erkekleri bir iki hafta önce yıktığımız ahırlarımızın üstünden alınan ve bir köşede üst üste konulan direk ve mertekleri kamyona yüklemeye başladılar. Bu direk ve mertekler kış aylarında şehirde yakacak ihtiyacımızı karşılayacaktı. Daha sonra tahıl çuvallarını taşımaya başladılar. Derken sıra başka eşyalara geliyor. Halis tereyağının konulduğu özel tuluklar -ki biz bunlara HİZ diyorduk- alınıyor ve çok dikkatli bir şekilde kamyonun en güvenilir köşesine bırakılıyordu. Dışı koyu yeşil boya ile boyanmış, sıra sıra pekmez küpleri, yünden yapılmış yatak döşek denkleri ve daha birçok şey akrabalarımızın yardımıyla birer birer kamyona yüklendikçe ben Sivereke göç etmenin kaçınılmaz olduğunu biraz daha iyi görüyor ve telaşlanıyordum. Eşyalarımızın kamyona yükleme işi tamamlandığında, güneş köyümüzün batısında Fıratın öte tarafında bulunan Nemrut Dağının zirvesinde batmak için son saniyelerini sayıyordu artık.
Yolcu yolunda gerek denilerek hüzünlü vedalaşma töreni başladı. Köydeki akrabalar sıraya girerek önce dedemin elini öpüyorlar. Kadınlar ve genç kızlar anneme sarılarak hüngür hüngür ağlıyorlar. Erkekler ortalığı velveleye veren ağlama sızlama karmaşasına son vermek için otoritesini konuşturuyorlardı. Yaşanan iç karartıcı bu manzara karşısında ürküntüye kapılarak dilini, huyunu suyunu bilmediğim Siverekte beni nelerin beklediğini kestirmeye çalışıyordum. Başta Güliş yengem olmak üzere köydeki bütün kadın akrabalar beni ve kardeşlerimi özlemle kucaklayarak bir bir öpüyorlardı. Yengem Güliş beni sıkı sıkıya kucakladığında boğazıma bir ağlama isteği gelip oturdu. Beni teselli etmek benden iki-üç yaş büyük amcamın kızı Sabihaya düşüyor. Sabihayı kendime son derece yakın görüyordum. Ablam olmadığı için onu öz ablam kadar seviyordum. Sabiha kelimesini telaffuz edemediğim için ona kısaca Ebo diyordum. Bu isim daha sonraları köyde onun ikinci ismi oldu. Bugün bile onun yetişkin çocukları ve torunları onu Ebo diye çağırıyorlar.
Vedalaşma faslı tamamlanınca çevredekilerin yardımıyla dedem kamyonun şoför mahalline yerleştiriliyor ve annem dedemin yanına geçerken elinin tersiyle gözyaşlarını kuruluyordu. Annem beni ve benden dört-beş yaş küçük olan kardeşim Saiti yanındaki koltuğa oturttuktan sonra henüz birkaç aylık olan kız kardeşim Yaşarı kucağına aldı. Kamyon mahallinde yer kalmadığı için babam kamyonun kasasına çıktı. Hepimiz yerlerimize geçince şoför Ya Allah diyerek kontağı çevirdi. Kamyon motoru büyük bir gürültüyle homurdanıyor. Evimizin yüklendiği kamyon önce bir ileri bir geri gidip geliyor. Sonra hareketlenerek günler öncesinden taşlardan temizlenen patikaya doğru ilerliyor. Akrabalar toplu halde el sallıyorlar. Kadınlar peştamallarıyla gözyaşlarını kurulamaya çalışıyorlardı. Annemle iyi ilişkisi olan Güliş yengem, yakın akrabalarımızdan, Sultan, Rahime, Saadet, Ayşe ve köyün imamı Mehmet Hocanın hanımı İmhan Teyzenin üzüntülü halleri gözlerden kaçmıyordu...
Yerleştiğimiz kamyon sarsıla sarsıla köyün dışına doğru yol alıyordu. Kamyonun arkasına takılan birkaç çoban köpeği uzunca bir süre havladı. Köyün ölgün ışıkları gözden kaybolana kadar çevreme bakınıp durdum. Dedemin üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Annem kucağında kız kardeşim Yaşar ile bir iskelet gibi hareketsiz duruyordu. Anlaşılan çok sıkıntılıydı. Kamyonun içinde hüküm süren sessizliği bozmamak için kardeşim Sait ile çıtımızı çıkarmıyorduk.
Ana yola varmadan XIRNIKAN bölgesinde toprak yolda bir tavşan kamyonun önüne çıktı. Yola fırlayan ve kendini kamyonun güçlü farları altında bulan tavşan bir süreliğine ne yapacağını bilmez halde bir sağa bir sola koşup durdu Şaşkınlığı geçen tavşan sonunda kendisini yolun sağına atarak tatlı canını zor bela kurtardı. Tavşanın telaşlı kaçışını dikkatle izleyen şoför sessizliği bozmak adına dedeme: Çok büyük bir tavşandı ne var ki kaçırdık! diyor. Dedem de görmeyen gözlerini şoföre çevirerek: Şimdi onların çiftleşme zamanıdır. Onlara zarar vermek caiz değildir diyor.
Kamyon Sivereke uzanan anayola çıkınca toprak yol nispeten düzeliyor. Kamyon gitgide hızlanıyor. Daha önce kamyonu sadece köye saman getirirken görmüştüm. Biz çocuklar kamyona binmek için can atardık. Saman boşaltma işi bittiğinde büyüklerimizin ricası üzerine kamyon sürücüleri bizi köyün dışına kadar kamyonun kasasına alırlardı. Kamyona binmek biz çocuklar için büyük eğlenceydi. Beş dakikalık bir kamyon yolculuğu bize büyük sevinç yaşatırdı. Sivereke yaptığımız bu yolculuk hayatımın en uzun kamyon yolculuğuydu. Bu yüzden hem çok mutlu hem de son derece sevinçliydim. Ah bir de Siverekte beni bekleyen o belirsizlik olmasaydı!
Devam edecek
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR