Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK-20.BÖLÜM

11 Ağustos 2018 - 07:52

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK


20. BÖLÜM


 


Aldığım haber karşısında birden kırk yaş yaşlandığımı hissettim. Gözlerimin içine avuç dolusu toz biber serpiştirildi sandım. Çevremde bulunan her şey netliğini kaybetti. Her şeyi bulanık görmeye başladım. Saç köklerimden aşağıya doğru buz gibi terler akmaya başladı. Bu ilginç değişikliklerin hiçbirisiyle hayatımın hiçbir evresinde daha önce hiç karşılaşmamıştım.


 


Bu korkunç değişiklikleri yaşarken aklım Necmettin abiyle 1982 Newroz’unda yaptığım o son telefon konuşmasına gitti. O konuşmanın son konuşmamız olacağını nasıl da kestirememiştim! Onun “Sen ne diyorsun! Bu şartlarda Türkiye’ye gitmek için insanın aklını yitirmesi gerekir” sözü aklıma geldikçe yüreğimin ortasına taht kuran yedi başlı felaket ejderhası daha da kuduruyordu. Ejderhanın ağzından çıkan hüzün ve keder lavları beni yakıp bir avuç küle dönüştürmüştü.


 


Fuat Husseyin’den sonra Martin ve diğer dostlar birer ikişer yerlerinden kalkarak beni teskin etmeye çalıştılar. Ne var ki pençesine düştüğüm şokun etkisinden kurtulmak pek kolay değildi. Kimin ne söylediğini duymuyordum bile. Sarf edilen her kelime kafama inen bir balyozdu. Ağızlardan çıkan her söz bir uğultu yumağına dönüşerek beynimin çeperine çarpıp  durmadan hırpalıyordu beni.


 


Epey zaman sonra kendimi toparlayıp Kak Fuad’a “Kimden aldınız bu haberi? Nerede, ne zaman yakalanmış?” diye sorabildim. Kak Fuad’ın “Dün Diyarbakır’da kendi evinde yakalanmış. Haberi dün gece İsveç’ten arkadaşlar illetti bana” dediğinde başımın döndüğünü, dizlerimin titrediğini fark ettim.


 


Martin ve diğer dostlardan özür dileyerek evden erken ayrıldım. Hollanda’ya geldiğim ilk günden beri bana büyük emekleri olan Kak Fuat beni sokak kapısına kadar geçirdi. Ayrılırken elini omzuma koyarak, metin olmamı istedi. Utrecht tren istasyonuna hangi yoldan, nasıl ulaştım, bilmiyorum. Trene atlayıp Amsterdam garında indim. Siverek’e telefon açmak için postaneye yöneldim. Garın bir kilometre kadar aşağısında, Dam meydanının karşısında bulunan büyük postaneye yürüyerek gittim. Aldığım haberin asılsız çıkması için yol boyunca durmadan Tanrıya yalvardım. Bu uğursuz haberin sık sık gördüğüm sıradan bir rüyadan ibaret olması için çocukluğumda dedemden öğrendiğim ne kadar dua varsa tümünü bir bir içimden okudum.


 


Kimim kimsemim olmadığı bu yabancı diyarlarda pençesine düştüğüm çaresizlik beni fena yakalamıştı. Ne karşı koyacak gücüm ve ne de elimden tutacak bir yakınım vardı. Aklımın köşesinden bile geçirmediğim bu felaket karşısında doğaüstü güçlerden yardım dilemek dışında elimden hiçbir şey gelmiyordu. Bir faydası olmayacağını bildiğim halde bir mucize olur umuduyla yol boyunca doğaüstü güçlere yalvarmaya devam ettim.


 


Postane binasına ulaşmak için hangi yoldan yürüdüm, oraya nasıl ulaştım, onu da hatırlamıyorum. İçeriye girip Türkiye’ye telefon açacağımı söyleyerek üzerine numarayı yazdığım kâğıdı görevliye uzattım. Görevli bayan uzattığım numaraya göz attıktan sonra tuhaf bir şekilde yüzüme bakıp  “  bu numara Türkiye numarası değil, Hollanda numarasıdır “ dediğinde  kâğıda telaştan yanlışlıkla Apo’nun ev numarasını yazdığımı farkettim. Kadının uzattığı kâğıt parçasına Siverek’teki evimizin telefon numarasını yazarak geri verdim.


 


Uzun bir bekleyişten sonra telefonum bağlandı. Telefona çıkan annemdi. Onun zar zor duyulan sesini neredeyse tanıyamadım. Annemin sesine sinen derin hüzün, olup bitenleri açık seçik anlatmaya yetiyordu. Benim fazladan bir şeyler sormama gerek kalmamıştı. Âdet yerini bulsun diye, “Anne, ne var ne yok, nasılsınız?” sorduğumda annem, “Ne olacak oğul, neler olduğunu sen bizden daha iyi biliyorsun. Niye soruyorsun ki?” deyince sorduğuma soracağıma bin pişman oldum. Anlaşılan annem hiç alışık olmadığı ses tonumdan kötü haberin bana ulaştığını anlamıştı.


 


Annem meseleyi ana hatlarıyla bana aktardı. Kak Fuad’ın verdiği haber ne yazık ki doğruydu!  Necmettin abi, 14 Nisan 1982’de Diyarbakır’da, kendi evinde eşi Cemile yengeyle birlikte gözaltına alınmıştı. Olayın ayrıntıları konusunda kimsenin bir şey bildiği yoktu. Necmettin abinin ortada kalan iki kızına Eliya yenge ve anneanneleri Elif teyze bakıyordu. Biri iki, diğeri yedi yaşında olan iki çocuğun annesiz babasız ne yapacaklarını düşündükçe içim daraldı.


 


Annemle yaptığım telefon görüşmesini kısa kestim ve eve döndüm. Apo, beni karşısında perişan halde görünce önemli bir şeyler olduğunu tahmin ederek, paniğe kapıldı. Olup bitenleri Apo’ya aktardım. Apo üzüntüden renkten renge girdi. Bir süre hiçbir şey söyleyemedi. Daha sonra karşıma geçerek dili döndüğünce bir şeyler izah etmeye çalıştı. Ne var ki söylediklerinin hiçbirini idrak edemiyordum. Apo’nun ağzından çıkan sözler, kafamın içindeki uğultuyu çoğaltmaktan başka bir şeye yaramıyordu. Hiçbir söylem ve konuşma sırtıma binen sıkıntıyı hafifletmeye kâfi gelmiyordu. Akşamı zor edebildim. Necmettin abinin yakalanmasıyla ilgili sorular kafamın içinde çığ gibi büyüyordu. Sorular çoğaldıkça çıldıracak gibi oluyordum. Apo’nun akşam için hazırladığı ve masaya koyduğu yemek, bırakıldığı yerde soğudu. Apo’nun bütün ısrarlarına rağmen elimi yemeğe süremedim. Ben yemeyince Apo da yemeğine dokunmadı. Çay üstüne çay içmekle yetindik. Önümde zalim bir gece vardı. Geceyi nasıl atlatacağımı düşünüp duruyorum.


 


 


Devam edecek...


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2545 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum