YEĞENİM İBRAHİM
24.BÖLÜM
Değerli Yeğenim,
İnsanın beynine hükmeden yakıcı güneş köyün tam tepesine yerleşirken, aşırı sıcaklardan bunalan her cinsten hayvan başlarına güneş geçmesin diye duvarların gölgesine sığınırdı. Yakıcı güneş altında dışarda kalmak akıl işi olmadığından büyükbaş hayvanar ikindi serinliğine kadar yere çömelip bol bol geviş getirirdi. Hayvanlar gölgelik yerde dinlenirken onları birazdan otlatmaya götürecek olan sığrtmaş ise evinin bir odasında nakışlı keçelere uzanır -ki biz bunlara KÜLAF diyorduk- şekerleme yaparlardı. Şekerlemenin kısa uyku anlamına geldiğini biliyorsun değil mi?
Sıcakların beli kırılınca hayvanlar birer ikişer kendiliğinden ayaklanır, köy meydanında buluşup köyün dışına doğru yola dizilirken onları otlatmaya götürecek olan GAWAN demlenen çaydan alelacele bir-iki bardak içerek uzaklaşan hayvanların peşine düşerdi.
Otun bol olduğu alanlarda birkaç saatliğine otlanan hayvanlar sağılmak üzere akşama doğru tekrar köye getirilirdi. Hayvanların köye varmasiyla yeniden bir hareketlilik yaşanırdı. İnek böğürmeleri, at kişnemesi ve eşek anırması ortalığı birbirine katardı. Birbirine karışan hayvan sesleri köyün semalarında bir süreliğine yankılanıp dururdu...
İneklerin iri memelerinde biriken sütten nasiplenmek isteyen buzağılar tutuldukları ahırlardan salıverildiğinde ortalık ana baba gününe dönerdi. İneklerle yavruları arasında gerçekleşen bu buluşma anında kızıl kıyamet kopardı. Buzağılar bazen acele sonucu yanlışlıkla bir başka ineğin altına girerdi. Yapılan yanlışlığı fark eden inek bir boynuz darbesiyle buzağıyı kendinden uzaklaştırırdı. İneklerle buzağılar arasında yaşanan bu hengâme ineklerin kendi yavrusunu bulana kadar devam ederdi. Memeleri yumuşasın ve daha iyi süt versin diye birkaç saniyeliğine ineklerin altına sürülen buzağılar kadınlar tarafından zor bela annelerinden koparılırdı. Akşam saatlerinde sağılan inekler geceyi dışarda geçirmek üzere tekrar köyün dışına doğru yola çıkarılırdı.
Değerli Yeğenim,
Köyde yaşayan kadınların katlanmak zorunda kaldıkları en sıkıntılı ve en zahmetli işlerden biri de köyün iki km kadar uzağında olan KASARIK kuyusundan su getirmekti. Su köyümüzün en büyük sorunuydu. Bu ihtiyacın karşılanması için kadınlar büyük zorluklara göğüs gererdi. Gereksinim duyulan su ihtiyacı daha çok kadınlar tarafından sırtta taşınarak karşılanıyordu.
Koyun postundan yapılmış kocaman tuluklara doldurulan suyu sırtlayan kadınlar köye ulaşana kadar dünyaya geldiklerine bin defa pişman olur, doğduğuna doğduklarına kırk bin kere lanet yağdırırlardı. Kadınlar sırtlarına aldıkları su tuluğunu köye getirene kadar tepeden tırnağa ıslanırlardı.
Her birisi iki teneke su alan tuluklar bazen bir yerlerinden delinir ve su kaçırırlardı. Sızan su kadınların elbiselerinden içeri sızarak çıplak bedenlerine kadar nüfuz ederdi. Tulukların delinen yerlerine ağaçlardan koparılan incecik çöpler sokulur ve sızıntının önüne bu yöntemle geçmeye çalışırlardı. Fakat bu kaba yöntem kadınları ıslanmaktan kurtarmaya kâfi gelmezdi.
Sırtlarına aldıkları eli-altmış litrelik suyu köye ulaştırmak için kadınların yol boyu bir-iki yerde mola vermeleri zorunlu oluyordu. İlki köy okulunun ana kapısına yakın bir yerde bulunan büyükçe bir taştı. Kadınlar sırtlarındaki su tuluğunu bu büyük taşa dayandırarak az buçuk dinlenirlerdi. Mustafa amcamın zamanında akıl edip üst üste koyduğu bu düzgün taşlar sayesinde biraz olsun rahatlarlardı.Köylüler bu taşa SALPAŞTİ diyorlardı.
Babaanneniz Xal Siltan,Xalcıniya RIH, anneanneniz Güliş yengem, annem Gezal, Xal Mılanın eşi Xalcıniya Saadet, Xal Osman-é Elanın hanımı Emine yenge, Ap Mihonın eşi Zara abla, köy imamı Mehmet Hocanın eşi İmhan -ki herkes ona Dayzo diyordu- ve daha birçok köylü kadını suya gidip gelirken hep bu noktada durur ve bu taşa yaslanarak dinlenirdi.
Cemil dayının hanımı Niyaj Eyş ile Abdulkerim dayının eşi Xalcıniya Saadet su kuyusuna gitmek için başka bir yol kullanıyorlardı. Onlar okulun arkasından geçen patika yoldan çeşmeye gidip gelirlerdi. Ne var ki kadınların kaderi hep aynıydı. Her iki yolun yolcuları da iliklerine kadar ıslanıp yorulurdu.
Neyse ki daha sonraki yıllarda keşkere diye bir icat çıktı da kadınlar biraz olsun rahata kavuştu. Siverekteki Ermeni ustalarının tasarladıkları bu keşkereler sayesinde köydeki kadınlar son derece rahatlayıp rahat bir nefes alabildiler. Keşkereleri köye ilk getiren sanıyorum babam olmuştu. Demirden yapılan ve dikdörtken şeklinde küçük birer sandığa benzeyen bu keşekereler iki ayrı parçadan oluşuyordu. Zincirlerin başına kaynak edilmiş çengellerle birbirine geçirilen bu keşkerelerin her bir kefesine iki teneke sığıyordu. Eşek sırtına vurulan bu keşkere sistemi sayesinde köyün uzağında bulunan kuyudan su taşıyan kadınlar büyük bir dertten kurtulmuşlardı. Sağlanan bu kolaylıktan dolayı kadınlar sabahtan akşama kadar bu keşkereleri icat edenlere hayır duasında bulunuyorlardı. Başka nedenlerden dolayı Ermenilerin cennete gitme şansları var mı yok mu bilemem fakat kadınların bu keşkerelerden ötürü yaptıkları dualar sayesinde Siverek yaşayan Ermeni ustaların cennete gideceklerine kesin gözüyle bakıyorum.
Devam edecek
Kadir Büyükkaya / Hollanda
FACEBOOK YORUMLAR