Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 6. BÖLÜM

20 Şubat 2017 - 17:51

ARKADAŞIM HALİT


 


ALTINCI BÖLÜM...


 


 


Halit’ın babasına bizim mahalede herkes “Bahserli Nalbant Mahmut” diyordu. Soyadları Bağseverdi. Uzun boylu, maviye çalan gözleri vardı. Sekiz köşeli şapkası ve kabardin şalvarıyla tam bir Siverekli idi. Çok hızlı yürürdü. Bazen de koşar gibi… Yüzü gülmez, devamlı bir hüzün vardı yüzünde. Herkese küs duruyormuş gibi dalgın bir hali vardı. Bilmeyen biri onun az önce birileriyle kavga ettiğini sanırdı. Yolda yürürken kendi kendine konuşurdu. Oysa barış yanlısı, kimseyle en ufak bir alıp vereceği yoktu. “Ekmek kavgası,” diyerek evden işe, işten eve sessizce gider gelirdi. Kaleboğazı’nın hemen girişinde bir han vardı. Burası daha sonraları Baykijlar tarafından kahveye çevrildi. Mahmut Amca bu handa nalbantlık yapıyordu. Lakabını icra ettiği bu meslekten alıyordu. Ömerağa Camisi’nin sol tarafına düşen Odun Pazarı’nın tam karşısında bulunan bu han köylülerin uğrak yeriydi. Arkadaşım Halit, oyun oynamaktan fırsat bulduğunda buraya gidip babasına yardımcı oluyordu.


 


Köyden şehre katık ve zerzevat indiren köylüler çarşı ve pazardaki işlerini halledene kadar at ve eşeklerini Mahmut Amca’nın işlettiği bu hana bırakırdı. Ulaşım ve taşıma alanında önemli görevler üstlenen ve köylünün baş yardımcısı olan hayvanların zaman zaman bakıma ihtiyaçları olurdu. Köylüler işleri yarım kalmasın diye bu gerekli bakımı zamanında yaptırmak zorundaydı. Eşekleri bir tarafa bıraksak da özellikle atların nal sorunu son derece önemliydi.  İşte bu noktada han işletenlere ve nal çakanlara önemli görevler düşüyordu. Köylüler tarafından hana bırakılan hayvanların yem, su ve en önemlisi de nal çakma sorunuyla Mahmut Amca gibi deneyimli hancılar ilgilenirdi.


 


Arkadaşım Halit’ın babası Mahmut Amca Siverek’te fazlasıyla tanınan yaman bir nalbant ustasıydı. Köylülerin ayaklarına nal çakılsın diye teslim ettiği atlar yarım saat içinde demirden ayakkabılarına kavuşmuş olur ve adeta dünyaya yeniden gelmiş olurlardı. Nalı düşen ya da ayaklarına henüz nal çakılmamış olan atlar sahipları tarafından hana bırakıldığında Mahmut Amca hemen işe soyunurdu. Huysuzluk etmesinler diye atların üst dudağı tahtadan yapılmış bir mengeneyle sıkıştırılırdı. Daha sonra atın ayağına bağlanan bir ip yardımıyla atın ayağı havaya kaldırılırdı. İşte bu işi daha çok babasına yardımcı olan arkadaşım Halit yerine getirirdi. Nal çakma işlemine alışık olan deneyimli atlar fazla sorun yaratmaz ve uslu dururdu. Mahmut amca işini yaparken onlar efendice işlemin tamamlanmasını beklerdi. Fakat ayağına ilk kez nal çakılacak toy atlar bu işleme alışık olmadıklarından çoğu zaman fazlasıyla huysuzlaşırlardı. Bu durumlarda Mahmut Amca huysuzlanan atın üst dudağına takılan mengenenin ipi biraz daha sıkıştırılır ve at cezalandırma yöntemiyle sakinleştirilirdi.


 


Atın toynağına geçirilen ipi sımsıkı kavrayan Halit atın ayağını belli bir yüksekliğe kaldırırdı. Mahmut Amca elinde tuttuğu özel kesiciyle atın ayak tabanını kir ve fazlalıklardan iyice arındırırdı. Tozdan topraktan temizlenmesi için atın toynağı keskin bir keserle adamakıllı yontulurdu. Yontma işi bitince Siverek’teki Ermeni ustaları tarafından özenle yapılan ve çelik gibi parlayan dört adet nal birer birer gözden geçirilirdi. Yılların verdiği deneyimle nallarda bir eğiklik var mı yok mu, diye kontrol edilir, herhangi bir eğiklik ya da yamukluk varsa, örse konulan nal bir iki çekiç darbesiyle yeniden düzeltilirdi. Ardından nal uyuyor mu uymuyor mu, diye atın ayağına konulurdu. Sorun yoksa hemen işe başlanılırdı. Atın ayak tabanına yerleşleştirilen nalın sağ ve sol tarafında dörder delik bulunurdu. Bu deliklere özel yapılmış kısa ve kalın çiviler çakılırdı. Başı dikdörtgen biçiminde tasarlanan bu özel çiviler Mahmut Amca tarafından itinayla çakılırdı. Çekiç darbeleriyle atın toynağına gömülen çiviler toynağın yan taraflarından dışarı çıkardı. Ucu dışarı fırlayan çivilerin keskin uçları bir kerpeten yardımıyla ustaca büküler ve çivi toynağa geri çivilenirdi. Çivi çakma işi biten atın ayağı kalın bir kütüğün üzerine konulurdu. Mahmut Amca eline aldığı uzunca bir eğeyle atın ayağına çakılan çivileri bir güzel eğelerdi. Eğelenen toynaktan yere tırnak kırıntıları dökülürdü. Dört ayağına nal çakılan at yularından çekilerek hanın bir köşesine bağlanırdı. Çarşıdaki işini tamamlayıp köyüne dönmek üzere handan atını almaya gelen köylü atının ayaklarını iyice gözden geçirirdi. Hayvan sahipleri Mahmut Amca’nın çıkardığı işten genellikle memnun kalırdı. Mahmut Amca el emeğini köylülerden alır ve onları yolculardı.


 


Yüzündeki sert ifadeye rağmen Mahmut Amca mülayim gibi bir insandı. Bütün çocuklarına ve özellikle oğlu Halit’e çok düşkündü. Çocuklarıyla diyaloğu çok iyiydi. Halit ile daha çok arkadaş gibiydiler. Ona karşı çok yumuşaktı. Mahmut Amca sadece oğluna karşı değil onun arkadaşlarına karşı da iyiydi. Halit’in en yakın arkadaşı olduğum için bana daha fazla ilgi gösteriyordu. Mesela bir arkadaşım babamın korkusundan bizim kapımıza gelmeye cesaret edemezken ben çok rahat bir şekilde, günün her saatinde Halitlerin evine serbestçe gidip gelebiliyordum. Bu gidiş gelişlerde gerek Halit’in annesi Rahime Abla da bana fazlasıyla yakınlık gösteriyorlardı. Bu yakınlığı ailenin diğer bireyleri tarafından da görüyordum.


 


Rahime Abla oğlu gibi severdi beni. Kendilerine her gittiğimde bana yemek yedirmeden eve göndermezdi. Halit’in yaşlı babaannesi Zeyno Nine son derece sevimli bir kadındı. İkindi vakti güneş batıya doğru kaydığında, o, güneş gören bir duvarın önüne oturur ve bize birbirinden güzel masallar anlatırdı. Masal ve hikâye anlattığında yüzü hep güleçti. Başına bağladı kefiyesinin altında özenle taranmış bir çift örgülü saçı sarkardı. Uzun yaşamın güçten düşürdüğü örgülü saçlarına kırmızı kına yakardı. Örgüleri güneşte tunç gibi parlardı.


 


Halit’ın biri kız diğeri erkek iki kardeşi vardı. Kız kardeşinin ismi Kadriye idi. Halit gibi yeşile çalan iri ve güzel gözleri vardı. Beyaz tenli, yüzü hep gülen dünyalar tatlısı bir kızdı. Abisi Halit gibi her nedense o da okula gönderilmiyordu. Bizden birkaç yaş küçük olmasına rağmen mahalledeki diğer kız çocukları gibi erkenden büyümek istercesine evden dışarıya çıkmamaya özen gösteriyordu. Küçük kardeşi Hamza’nın yüzü kendisine benzese de gözlerindeki renk farklılığı onları birbirinden tamamen ayırıyordu.


 


Devam edecek...


 


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Holland


[email protected]

Bu yazı 1343 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum