Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 5. BÖLÜM

12 Şubat 2017 - 17:09

ARKADAŞIM  HALİT



BEŞİNCİ BÖLÜM


 


 


Aradan çok zaman geçmeden “eğitim gereklidir!”  diyen yakın bir akrabamızın tavsiyesiyle babam beni okula yazdırmaya ikna oldu. Evimize yakın olduğu için Şair İbrahim Rafet İlkokulu’na yazdırılmamın akla uygun olacağı kanaatine varılınca kayıt işi amcamın oğlu Mahmut abiye düşmüştü.


 


Mahmut abi beni alıp okula götürdü. Mahmut abi önde ben arkasından okulun ana kapısından içeri girdiğimizde heyecandan dilim damağıma yapışmıştı. Heyecanlanmanın tek nedeni Türkçe bilmeyişimdi. Okulun geniş merdivenlerinden yukarıya çıkarak sarıya boyanmış geniş bir koridordan ilerleyerek az ilerde bir kapının önünde durduk. Burası müdür odasından başka bir yer değildi. Mahmut abi kapıyı tıklatmadan önce kendisine şöyle bir çeki düzen verme gereği duyuyor. Onun önünü iliklemesi, üstünü başını düzeltmesi mevcut heyecanımı  daha da artırıyordu. Demek ki çok önemli bir yerdeydik. Mahmut abinin kapıyı hafiften tıklattığında kalp atışlarım ister istemez biraz daha sıklaştı.


 


İçerden “girin“ sesi duyunca girdik. Duvara yakın bir yerde bir masanın arkasında etine dolgun kravatlı bir şahıs oturmuştu. Okula gelirken yolda Mahmut abinin kendisinden söz ettiği ‘Müdür Mehmet Korkmaz bu olmalıydı,’ diye içimden geçiriyordum. Müdür başıyla Mahmut abiyi selamlayıp, “Buyurun “ diyor. Mahmut abi elinde tuttuğu bir kâğıdı müdüre uzattı ve benimle ilgili kendisine bazı bilgileri aktarıyordu. Müdür Mahmut abiyi dikkatlice dinledikten sonra önündeki büyük deftere bir iki not düştü. O Mahmut abiye soruyor, Mahmut abi yanıtlıyor, Mahmut abi o de ona bir şeyler soruyordu.


 


Karşılıklı yürütülen konuşmalar habire uzuyordu. Söylenenlerden hiçbir şey anlamıyordum. Sonunda Müdür Bey:  “Peki öyle yapalım“ diyerek ayağı kalktı.


 


Açıkçası okullar açılalı epey zaman olduğu için müdür kaydımı yapmaya yanaşmıyordu. Mahmut abi ilerleyen yaşımı ileri sürerek okula hemen başlamamanın önemine değinerek  ondan anlayış göstermesini istiyordu. Mahmut abinin ısrarı üzerine  beni kabul etmek zorunda kaldı.


 


Müdür odasından dışarı çıktık üçümüz. Müdür bizi bir sınıfın kapısına kadar götürüyor. Anlaşılan beni birisine teslim edecekti. Bu tahminimde yanılmıştım. Müdür, önünde durduğumuz kapıyı tıklatıp açtı, başını  içeriye doğru uzatarak içerde ders veren öğretmeni bir iki dakikalığına dışarıya çağırdı.  Öğretmen  gelir gelmez Mahmut abiye elini uzatarak tokalaştı. Muhtemelen daha önceden  birbiriyle tanışıyorlardı. Müdür öğretmene beni işaret ederek kendisine bazı açıklamalarda bulunduktan sonra, öğretmen yüzüme bakarak: “ Tamam, olur “ demekle yetindi.


 


 


Sonradan öğrendiğim öğretmenimin ismi Ahmet Üçkardeş’ti. Üzerinde gri renkli bir takım elbisesi vardı. Kalın, siyah kaşları insanın dikkatini çekiyordu. Müdür bizi Ahmet öğretmenle baş başa bırakıp odasına döndü. Tam bu sırada zil sesiyle irkildim.  Uzun koridora açılan kapılardan siyah önlüklü, beyaz yakalı kızlı erkekli, saçları sıfıra vurulmuş erkek çocuklar teneffüse çıkıyorlardı. Kapısında beklediğimiz sınıfın çocukları da dışarı çıkmak için kapıya yöneliyordu. Ahmet öğretmen eliyle az ilerisini göstererek:  “En iyisi sohbetimize bahçede devam edelim,” dedi Mahmut abiye.


 


Mahmut abi ile Ahmet öğretmenin sohbeti  merdivenleri inerken  devam ediyor. Mahmut abi  köyden şehre yeni taşındığımızı, Türkçe bilmediğimi ve dolayısıyla sıkıntıya düşmemem için benimle yakından ilgilenmesini ondan rica ediyordu. Ahmet Üçkardeş ciddi bir öğretmen edasıyla elini başıma koyarak bana Türkçe bir iki soru yöneltti. Ne dediğini tam olarak anlamıyordum. Bunun üzerine öğretmen bir-iki kez etrafına bakındı  ve sonra kısık bir sesle Zazaca bir iki soru sordu bana. Anında yanıtladım. Bu durum Mahmut abi ile Ahmet öğretmenin gülüşmesine yol açıyor.


 


Ahmet öğretmenin gözü az ilerde bizi büyük bir merakla izleyen birkaç çocuğa takılmıştı. Çocuklara isimleriyle seslenerek onları yanına çağırdı. İki çocuk Koşar adım geldiler.  Öğretmen:   beni işaret ederek: “Sermet ve Servet “ dedi onların başlarını okşayarak, “bakın sınıfımıza yeni bir arkadaşınız geldi. Yeni olduğu için sağı solu pek bilmiyor, üstelik Türkçesi de iyi değil. Bu yüzden kendisine yardımcı olmanız gerekiyor.’’


 


Bu iki çocuk kardeştiler. İkizmiş gibi birbirine çok benziyorlardı. İkisinin de gözleri renkliydi. Üstü başları  düzgündü. Anlaşılan hali vakti yerinde bir aileden geliyorlardı.  Soyadları Uzun’du. Sanırım ikisi de benden yaşça küçüktüler. Öğretmeninden emir alan bu iki kardeş beni yanlarına alarak az ilerde oyun oynayan bir grup çocuğun yanına götürmek için sabırsızlanıyorlardı. Gideceğimiz sırada Mahmut abi öğretmenin elinden öpmemi istedi. Dönüp öptüm.


 


Mahmut abi de öğretmenle el sıkışıp okuldan ayrıldı.


 


Mahmut abi  gidince ben kendimi duvar dibinde öksüz kalmış bir çocuk kadar yalnız  ve çaresiz görüyordum. Servet ve Sermet kardeşler sağ olsun benimle yakından ilgileniyorlardı. Beni aynı sınıfta okuyan diğer arkadaşlarla tanıştırdılar.  Ders zili çalıp sınıfa girdiğimizde Ahmet öğretmen beni pencere kenarında iki çocuğun yanına oturttu ve beni sınıftakilere tanıttı. Yanına oturduğum arkadaşlardan  birinin adı Ferit Geyik diğerinin ise Sinan Karayiğit’ti.


 


Evleri okula yakındı ve ikisi de Zazaca biliyordu. Onların Zazaca bilmeleri bana cesaret vermişti.


 


Bu benim okulda geçirdiğim ilk günümdü. Türkçe bilmemem benim için ciddi bir sorundu. İyi ki sınıftaki çocukların tümüne yakını Ordu Mahallesi’nden geliyordu ve çoğu Zazaca biliyordu. Durum böyle olsa da yine de kendimi çok yalnız  hissediyordum. Mahalleden arkadaşım olan Halit’in okula gelmemesine çok üzülüyordum. O olsaydı belki de kendimi bu denli yalnız hissetmeyecektim.


 


Dil ve diğer sorunlardan kaynaklı bütün problemlerin çözümünde sağ olsunlar Sermet ve Servet kardeşler ve yanında oturduğum Ferit Geyik bana fazlasıyla yardımcı oluyorlardı. Teneffüslerde herkes dışarda oyun oynarken onlar sınıfta kalıyor, benimle ilgilenerek Türkçeyi sökmem için bana yardımcı oluyorlardı. Dil konusunda Ferit’in benim için yapacağı fazla bir şeyi yoktu, zira onun da Türkçesi pek iyi değildi. Sermet ve Servet kardeşler kendi aile ortamlarında Türkçe konuşmuş olacaklardı ki Türkçeleri oldukça düzgündü. Belki de bana öyle geliyordu. Servet ve Sermet kardeşlerin teneffüs sırasında okul kantininden sıklıkla aldıkları ve bana ikram ettikleri lokum ve bisküvilerin tadını hayatım boyunca hiç unutmadım. İki bisküvi arasına konulan lokumun tadıyla ilk kez onların sayesinde tanıştım. Kantini işleten hademelik yapan Emin Abi ile Ahmet Abi’nin isimleri benim için lokum ve bisküviyle özdeşleşmişti adeta.


 


Arkadaşlarımın yardımı, Ahmet öğretmenin çabaları ve gösterdiğim bütün gayretlere rağmen ne yazık ki o yıl sınıfta kaldım. Bu yüzden sonraki yıl aynı sınıfta ve aynı sıralarda yeniden oturmak zorunda kalmıştım.


 


Sonraki yıllarda Ayla Timur, Necla Siverekli, Arap lakaplı Ahmet Yıldırım ve Kilisli Mustafa Dokumacı sırasıyla bana öğretmenlik yaptılar. Yaz aylarında okullar tatile girdiğinde dedemin tavsiyesiyle koltuğumun altına Arapça Elifba ve Kuran öğrenmek için din dersleri veren RIHO Hoca’nın evine gidip geldim.


 


Okuldan arta kalan zamanımı mahalleden arkadaşlarımla oyunlar oynayarak geçiriyordum. En çokta yakın arkadaşım Halit’le güzel vakit geçiriyordum. Halit’in okula gelmemesi benim için üzüntü kaynağıydı. Okula yazılması için kendisine çok dil dökmüş olsam da bunun hiç bir yararı olmamıştı. Babası Mahmut amca onun iş yerinde kendisine yardımcı olmasını istiyordu.


 


 


Devam edecek...


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Holland


[email protected]

Bu yazı 1448 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum