Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT -16.BÖLÜM

18 Mayıs 2017 - 17:13

16. Bölüm


ON ALTINCI BÖLÜM


 



Sokak kapısından dışarıya adımını atan Eyyüp Dayı’nın yolu sokakta arkadaşlarıyla oyun oynayan  küçük oğlu Şeyh Eyyüp tarafından kesilirdi. Şeyh Eyyüp avucunu açarak çekirdek almak için babasından harçlık isterdi. Eyyüp Dayi bunu bekliyormuş gibi hemen şalvar cebine müracaat eder ve cebinden çıkardığı yirmi beş kuruşu oğluna uzatırdı. Parayı kapan  oğlu havalara uçar ve en samimi bir iki arkadaşıyla birlikte büyük bir sevinçle lokum ve bisküvi satılan Mustafa-é Külakan’ın ya da Sinan’ın dükkânına doğru başlardı koşmaya.


 


Keçe dövmekle evini geçindiremeyen Eyyüp Dayı bazen başka işlere de el atardı. Bağ belleme ve budama bı işlerin başında gelirdi.Siverek’te birbirine yakın bizim dört bağımız vardı. Bağ budama zamanı geldiğinde babam Eyyüp Dayı’ya müracaat ederdi. O babamla birlikte birkaç gün bizim bağların budama işiyle uğraşırken ben de onlara su ve yemek taşırdım.


 


Eyyüp Dayı’nın çok tuhaf bir yürüyüş tarzı vardı. Yolda yürürken hoplaya hoplaya yürürdü. Siverek’te bu yürüyüş tarzına “hop hopki” deniliyordu. Yolda yürürken Eyyüp Dayı’nın ağzında çoğunlukla hep bir sigara olurdu. Dalgın ve düşünceli halinden dolayı bazen ağzındaki sigaranın sönmüş olduğunu büsbütün unutmuş olurdu. Bunun farkına vardığında suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi telaşlanır ve aceleyle yeleğinin yan cebinde taşıdığı benzinli çakmağına müracaat ederdi. Çakmağı antik sayılırdı. Sanırım babadan kalmaydı. Baba yadigârı bu çakmak bütün uğraşlara rağmen kolay kolay ateş almazdı. Bu durumlarda  sokak ortasında durur, elinde tuttuğu çakmağının sağını solunu gözden geçirir,  ardından çakmağı ikiye ayırıp içindeki taşa dikkatlice bakar, sonra çakmağı kapatıp yeniden yakmaya çalışırdı. Çakmak inatlaşıp yanmadığında  elindeki  çakmağı çok sert bir şekilde bir sağa bir sola birkaç defa üst üste sallar dururdu. Yine de çakmak taşı iyiden iyiye eriyen ve benzini bitme noktasına gelen çakmağın yanmaya niyeti pek olmazdı.


 


Bu durumlarda Eyyüp Dayı yoldan geçen birisini durdurur, ondan aldığı ateşle sigarasını yakardı. Ağzında sigarası yola koyulan Eyyüp Dayı ara sıra durarak sigarasının yanıp yanmadığını kontrol ederdi.


 


Eyyüp Dayı’nın büyük oğlu Ömer Kale Boğazı’nda Ayrancılar Çarşısı’nın az aşağısında bir terzide  kalfa olarak çalışıyordu. Amcası Mahmut gibi onun da güvercin beslemeye merakı vardı. İşten arta kalan zamanında evinin damından gökyüzüne güvercinler uçururdu. Güvercin dünyasında olup bitenleri takip etmek için güvercin besleyenlerin, güvercine merak saranların devam ettiği bir kahvehaneye takılırdı. Benden birkaç yaş büyüktü. Terbiyeli ve saygılı birisiydi. Hiçbir kötü alışkanlığı olmayan Ömer aile geçimine katkıda bulunmak için elinden geleni yapıyordu.


 


Eyyüp Dayı’nın ortanca oğlu Ebubekir’di. Abisinin yanında düğme ve ilik işi yaparak harçlığını kazanıyordu. Benimle yaşıt olmasına rağmen her nedense okula gelmiyordu. Mahalledeki birçok çocuk gibi onun da Yılmaz Güney’e ve filmlerine karşı büyük bir hayranlığı vardı. Arkadaşlarıyla çok iyi geçinen sessiz sedasız birisiydi Ebubekir. Onun Mahallede birisiyle kavga ettiğine, birisine rahatsızlık verdiğine kimse tanıklık etmemişti…


 


Eyyüp Dayı’nın Emine adında çok kibar bir kızı vardı. Ailenin tek kızıydı. Ev işlerinde annesine yardımcı olurdu. Çok çalışkan ve hamarattı. Büyüklerine karşı saygılı, güler yüzlü ve utangaçtı. Mahallemizde yaşayan birçok kız çocuğu gibi o da okula gitmiyordu


 


Şeyh Eyyüp kardeşlerin en küçüğüydü. İşi gücü sokakta şaklabanlık yapmaktı. Komik konuşmalar ve hareketler yaparak büyük, küçük herkesi güldürürdü. Annesi meslek öğrensin diye onu abisi Ömer’in yanına göndermeye çalışır fakat o buna pek istekli olmadığından sık sık kaytarır sokakta  oynardı. Diğer kardeşleri gibi onun da okul diye bir sorunu yoktu.


 


Eyyüp Dayı’nın değerli eşi Yaşar Abla dünya tatlısı yardımsever bir kadındı. Annem iş güç konusunda dara düştüğünde ilk yardımına koşan o olurdu. Yaşar Abla evimize çok yakın oturduğundan yardım konusunda annemin jokeri sayılırdı. Annemin bir seslenmesiyle Hızır gibi hemen yetişirdi. Bağ bozumu gelip çattığında annemin en yakın destekçisi yine o olurdu. Saçta ekmek pişirmek, çamaşır yıkamak ve daha birçok işte annemin hep yanında ve yakınında olurdu. Yaşar Abla dedikodu nedir bilmezdi. Yüzü hep gülen bu değerli insan sanki başka bir dünyadan mahallemize tesadüfen düşmüştü. Kimseyle en ufak bir sorunu yoktu. Mahallenin bütün çocuklarını kendi çocukları gibi sever ve sayardı.


 


Eyyüp Dayıların evinin bir köşesinde kadim zamanlardan kalma bir-iki eski mezar duruyordu. Bu mezarlardan hareketle evlerinde şehit mekânı ve netekım  ( cin,hortlak,hayalet )  olduğundan söz edilirdi hep.


 


Biz çocuklar gecenin ilerleyen saatlerine  kadar sokakta oyun oynadığımızda, saklanmak için birçok eve girip çıktığımız halde  şehit ve netekım korkusundan bu eve girmeye pek cesaret edemezdik. Bu hikâye aslında Eyyüp Dayıların işine yarıyordu. Onlar bu şehit ve netekım hikâyesini gündemde tutarak geceleri çocukları evden uzak tutmayı başarabiliyorlardı.


 


Eyyüp Dayıların oturdukları bu ev fazlasıyla eski olduğundan ve onların bu evin yerine yeni bir ev yapmaya güçleri olmadığı için bu evi satıp Sağlık Ocağının arka taraflarında kendilerine nispeten iyi durumda olan bir ev satın aldılar. Onlar mahallemizden taşındıklarında bütün mahalleli ve özelikle annem oldukça üzülmüştü. Neyse ki evi satın alan ve mahallemize yeni komşu gelen Keçunanlar da en az Eyyüp Dayılar kadar iyi insanlardı.


 


Eyyüp Dayılar bir müddet Sağlık Ocağının orda satın aldıkları evde yaşadılar. Sonra Siverek’te geçinmenin kolay olmadığına kanaat getirerek birçok aile gibi ekmek kavgası adına batıya göç ettiler. Yaşar Abla’mız, Eyyüp Dayı’mız yaşıyor mu,  çocukları ne oldular, ne ettiler ve neredeler, kim öldü, kim kaldı, tüm bunları hep merak ederim.


 


Eyyup Dayı’nın evinin hemen arkasında Ap Hes-é Cindiya’nın evi vardı. Bu aile uzun yıllar önce Fırat boylarından Siverek’e taşınmıştı. Ap Hes-é Cındiya mahallede sevilen birisiydi. Çarşıda Kirazların Hanı’na yakın bir yerde küçük bir dükkânı vardı. Dükkânda köylü milletinin ve özelikle Karacadağ yöresinden gelen köylülerin gereksinim duyduğu malzemeleri satıyordu. Sattığı malzemeler arasında kazma kürek, yaz aylarında yaylalara kurulan çadırlar, çadırları ayakta tutmaya yarayan kazıklar, kazıklara bağlanan kalın halatlar, çadırların etrafını çevirmekte kullanılan kamış ve çitler vardı.


 


Ap Hesé Cindiya’nın  birkaç çocuğu vardı. Oğlu Memo bizden birkaç yaş büyüktü. Küçük oğlu Ahmet bizim Sait’le yaşıttı. İlk eşinden olan büyük oğlu Nedim’in bizim mahallede iyi iş yapan bir manifatura dükkânı vardı. Çukurova ‘ya pamuk toplamaya giden köylülerin dönüşte uğradıkları yerlerin başında genellikle Nedim’in dükkânı gelirdi. Dükkân ağzına kadar kumaşla doluydu. Rengârenk kumaşlar göz doldururdu. Nedim’in iki kızı ve bir de küçük oğlu vardı. Hes-e Cindiya’nın birkaç tane de kızı vardı. Remziye, Ayser, Nuré ve Zekiye hatırladıklarımdır.


 


Kızlardan ikisi birbirine çok benziyordu. Yanılmıyorsam ortaokula devam ediyorlardı. Mahallemizden ortaokula giden nadir kızlardandılar. Sanırım ortaokuldan sonra okula devam etmediler. Bu kızlardan birisi daha sonra Kale Boğazı’nda manifaturacı dukkanı olan Halit-é  Engaç’ın  oğluyla evlendi.


 


Ap Hes’é Cındiya’nın kısa boylu, zayıf, kibar bir eşi vardı. Adı Saadet’ti. Günün her saatinde yüzünde bir parça hüzün dolaşırdı hep. Yüzü hiç gülmezdi. İşi başından aşkındı. Evlerinin ahırında daima bir inek beslerlerdi. Saadet Abla ineğinden elde ettiği sütü hastası olan komşulara satarak aile bütçesine katkıda bulunurdu. 


 


Devam edecek…



 


Kadir Büyükkaya /  Hollanda


[email protected] 










Bu yazı 1928 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum