Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

"VENGé ROYİ".. 5.BÖLÜM (RÖPORTAJ)

08 Kasım 2015 - 20:19

VENGé ROYİ


Fırat’ın sesi


5.BÖLÜM




 


SERPİL ASLAN: Diyarbakır konserinden sonra bir de çocukluğunuzun ve gençliğinizin geçtiği Siverek’e gittiniz. Orda da ilgiyle karşılaştınız. Biraz da bundan söz eder misiniz?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Mikail Aslan bu dervişçe tutumunu Siverek’teki tanıtım konserinde de sürdürdü. Ve bu olgun tutumuyla Siverekli hemşerilerimizden tam not aldı. ”Ding dıngo bani sero” türküsünü seslendirdiğinde salonda bulunan Sivereklilerin ortaya koydukları olağanüstü coşku görülmeye değerdi. Eski albümünden parçalar seslendirdiğinde salondakilerin ona eşlik etmesi onun Siverek’te ne kadar tanındığını ve sevildiğini ortaya koyuyordu. Siverekli hemşerilerimiz hem Diyarbakır’da ve hem de Siverek’te çıkan albümü fazlasıyla sahiplenmişlerdi. Bu bizi fazlasıyla sevindirmişti. Büyük emekler sonucu ortaya çıkan bir eserin toplum tarafından sahiplenmesi ve kabul görmesi insanı başka çalışmalar için fazlasıyla motive eder.  Bundan daha güzel ve daha anlamlı başka bir şey olabilir miydi? İnsanlarımız tarafından böylesi bir heyecanla ödüllendirildiğimiz için kendimizi şanslı gördük.


 


SERPİL ASLAN: Peki albüm çalışmaları sırasında, yani albüm çıkmadan önce bu çalışmayla ilgili bir hayal kırıklığı yaşayabileceğinizi hiç aklınızdan geçirdiniz mi?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Albümün hazırlık çalışmaları sırasında sevdiğim bir dostum bana “Kadir üzerinde çalıştığınız albümü çok önemsediğini görüyorum. Fakat bana kalırsa sen bu çalışmayı gene de kafanda gereğinden fazla büyütme. Albüm çıkar ve beklenen ilgiyi görmezse hayal kırıklığına uğrar ve bu senin için çok kötü olur“ demiş ve devamla şunları söylemişti:


“Sanat ve edebiyat dünyasında hayal kırıklığına uğradıkları için sanat hayatlarına son veren bir sürü insan tanıyorum. Senin bu insanlardan olmanı istemiyorum. Bu yüzden bu albüm çalışmasını kafanda fazlasıyla büyütme. İnsanlarımızın emeğe karşı ne kadar duyarsız olduğunu en az benim kadar sende biliyorsun”


 


Dostumun bu iyi niyetli uyarısına “bekleyip göreceğiz” demiştim. Albüm çıktıktan sonra gördüm ki dostumun kaygıları boşunaymış. İnsanlarımızın ilgisi karşısında bırak hayal kırıklığına uğramayı, yeni çalışmalara yeni projelere doğru yelken açmak için şevk ve enerjiyle donandık.


 


SERPİL ASLAN: İzlediğimiz kadarıyla bu konserler sırasında Siverek bölgesinde bir de gezi düzenlemişsiniz. Fırat boylarına düzenlediğiniz o güzel geziden bize biraz söz eder misiniz?


 


KADİR BÜYÜKKAYA: Diyarbakır’daki etkinlikten bir gün sonra dostlarımız bizi Fırat boylarında gezdirmek amacıyla bizi bir geziye götürdüler. Diyarbakır’da tanıtım resepsiyonu sırasında birbirinden değerli dost ve arkadaşlarımızın gösterdikleri yakın ilgi, Fırat’a yapacağımız gezinin sevinciyle birleşince mutluluktan ayaklarımız adeta yerden kesildi.  Bu sevince aslında biraz da değerli dostum Mikail Aslan adına yaşıyordum. Çünkü Mikail Fırat’a aşık bir insandı. Albüm çalışmaları sırasında günün birinde birlikte Siverek ve çevresini gezip görmek istediğini birkaç defa dile getirmişti. Bende kendisine er veya geç bu isteğini yerine getireceğime dair söz vermiştim. Mikail Aslan Fırat’a öylesine aşıktı ki çıkardığımız albümün ismini Vengé royi olarak kendisi önermişti...


 


Sivil-Der çevresinden değerli dostlarımızın girişimleriyle Siverek Kaymakamlığının özel izniyle temin edilen yeni satın alınan bir tekne ile gezimizi yapacaktık. Bu benim için de bir ilk olacaktı. Daha önceleri Fırat ve çevresini şöyle böyle görmüştüm. Fakat nehirde tekne gezintisine ilk kez katılacaktım. Gezinin gerçekleşmesinde emeği geçen Koçali Aymaz, Vahab Bayram, Burhan Erol ve diğer dostlarımıza teşekkür borçlu olduğumuzu hemen belirtmek istiyorum.


 


3 Nisan Cuma günü dost ve arkadaşlarımızla Fırat’a doğru yola çıktık.  Kafilemizde dost ve arkadaşlarımızın yanı sıra birbirinden değerli kadirşinas abilerimiz, akrabalarım da var. Birkaç günden beri bizi yalnız bırakmayan değerli abilerimizin yakın ilgisi karşısında fazlasıyla mutlu olduk. Fırat gezisi güzel dostlarımızın ve birbirinden değerli akrabalarımızın varlığıyla daha çok anlam kazanıyor ve daha çok güzelleşiyordu.


 


Güzel sohbetler eşliğinde Fırat havzasına doğru yol aldık. Fırat ve çevresinde bulunan bütün doğa güzelliklerinin gözler önüne sergilendiği bir noktada arabalarımızdan inerek baharın tüm renkleriyle bezenen bu güzelim manzarayı seyre koyulduk. Mikail in gözlerinde beliren o tarifsiz sevinç ve memnuniyet ta uzaktan çok rahatlıkla okunabiliyordu. Başka türlü olması da mümkün değildi zaten. Bu doğa güzellikleri karşısında insanın mest olmaması elde değil. Fırat’ın mavi suları, Fırat’ın karşı yakasında art arda sıralanan sıra dağların zirvesinde güneşe karşı direnen kar lekeleri, yanı başımızda uzanıp giden uçsuz bucaksız otlaklar. Otlar arasından başını uzatan rengârenk çiçekler insanı yaşamın gerçek anlamıyla buluşturuyordu. Doğanın bütün nimetlerini cömertçe sergilediği bu panorama noktasında fotoğraflar çekmemeyi akılsızlık olarak görüyorum. Mikail ve diğer dostlarla bir araya gelerek bu güzel anı fotoğraflarla ölümsüzleştiriyoruz..


 


Bana eşlik etmek için Hollanda’dan gelen kızım Delal çevremizi saran alımlı çiçeklerin cazibesine daha fazla dayanamayarak birkaç adım ötemizde esen yelde nazlı nazlı sallanan gelincikler arasına oturarak benden birkaç fotoğraf çekmemi istedi.  Kızım Delal’ın gözlerinde mutluluk pırıltıları görüyordum. Birçok insanın göklere çıkardığı İsviçre’nin Alpleri kızımı bu kadar mutlu edemezdi. Demek ki baba ecdat toprakları insana çok farklı duygular yaşatıyormuş.  Kimisi bunu iliklerine kadar hissederken kimisi de bu duyguyu elinin tersiyle bir tarafa iterek küçümsüyor. Kızım bu duyguyu içim içim içine sindiriyordu. Durduğumuz hâkim noktadan ayrıldık. Birkaç dağ köyünü arkamızda bırakarak Fırat’a cennetten bir parça gibi sokulan Takoran Köyü’ne ulaştık.  Köyde bizi köyün muhtarı hemşerim Sıtkı Köprüdüz karşıladı. Orta yaşlı hoş sohbet muhtarın çay davetini daha sonraya bırakarak hizmetimize tesis edilen tekneye yöneldik.  On dakika kadar süren bir yürüyüşten sonra teknenin bağlı olduğu kıyıya ulaştık. Rıhtım henüz yapılmadığından suyun içine geçici olarak konulan taşlara basarak tekneye atladık. Tekneyi kullanacak genç kaptan kaymakamın emriyle Siverek’ten getirilmiş.


 


Teknenin bağlı olduğu yer doğal bir yat limanı görünümünde.  Baraj yapılmadan önce buralar Fırat’ın bir hayli uzağında bir kara parçasıymış. Baraj amaçlı Fırat’ın özgür bağrına gem vurulunca sular buralara kadar yükselmiş ve sonuçta Takoran Köyü suni bir yarımada halini almış. Teknenin bağlı olduğu koy görünümündeki bu su çıkıntısının bir yerinde bir zamanlar tarihi bir köprü varmış. Taştan yapılan ve tarihi çok eskilere dayanan bu köprü şimdi suların onlarca metre derinliğinde yüz yılların anılarıyla avunuyor. Suyun içine doğru uzanan Takoran Köyü ismini bu tarihi köprüden alıyor. TAKORAN ismi nerden geliyor, ne anlama geliyor bilen yok. Fakat Takoran Köprüsünün bu çevrede cereyan eden birçok tarihi olaya tanıklık ettiği kesindir. Fırat çevresinde bulunan köylerde bir zamanlar Ermenilerin yaşadığı herkesin bildiği bir şey. Kısa mesafede bulunan Desman Köyü Yılmaz Güney’in köyü. Yılmaz Güney’in babası ve yakın akrabaları bir zamanlar bu köyde ikamet etmişler. Köyde oturanların Yavuz Sultan Selim zamanında yaşanan kırım sırasında Dersim’den buralara geldiğine dair söylentiler ağızdan ağıza dolaşıyor. Siverek çevresinde oturan birçok diğer aşiretler için de benzer anlatımlar var. Yılmaz Güney’in babası ve yakın akrabaları kan davası yüzünden bu diyarları terk edip Adana’ya yerleşmişler. Köyde halen Yılmaz’ın birçok yakın akrabası var. Desman’da oturan köylüler Yılmaz Güney’in akrabalığıyla haklı olarak övünüyorlar. Farklı çevrelerin kasıtlı olarak Yılmaz’a farklı ismimler takmaları akrabalarını hiçbir şekilde rahatsız etmiyor yine de. Hatta aşırı çevrelerin Yılmaz Güney’i Komünist olarak damgalamaları bile kimsenin umurunda değil. Hiçbir karalama kampanyası Yılmaz’ın Siverek insanının gönlünde yatan sevgisini sarsmaya, gölgelemeye gücü yetmemiş. Yılmaz Güney, sadece baba ocağı Desman Köyü’nde değil o, Siverek’in her köşesinde herkesin gözünde ve gönlünde Deza Yılmaz’dır. Siyasi düşüncesi ne olursa olsun her Sivereklinin gözünde Yılmaz Güney büyük bir değerdir.


 


Genç kaptanımız usta bir manevra ile teknenin yönünü Fırat’a çevirdi.  Koyda balık avlayan küçük bir tekne gözüme ilişti. Teknenin içinde ayakta oturan iki kişi bir şeylerle uğraşıyorlar. Yanımda oturan arkadaşa “Bunlar balık mı avlıyor? “diye sordum.  “Evet, bunlar burada balık avlıyor. Bu gezimiz sırasında balık avlayan bir sürü balıkçı ile karşılaşacağız. Son yıllarda Fırat’tan ağırlığı kırk, kırkbeş kiloyu bulan balıklar çıkıyor” dedi.  Fırat sularında çeşitli balık türleri avlanıyormuş. En yaygın balık türü ise sazanmış.


 


On dakika süren bir yolculuktan sonra göletin sonunda bulunan dar bir geçitten Fırat’a açıldık. Bizimle geziye katılan ve gezinin gerçekleşmesinde büyük emekleri olan Koçali Aymaz Ağabeyimiz göletin sonunda Fırat’a açılan bu dar geçit üzerine bir köprü kondurmayı tasarladıklarını, böylesi bir şey yapıldığında turistik gezi amacıyla buralara gelen insanların göletin her iki yakasını rahatlıkla gezebileceklerini, anlatıp durdu.


 


Koçali Ağabey katıksız bir Siverek sevdalısı. Bütün yaşamını Siverek’in il olması için mücadele ile geçirmiş. Siverek’e il statüsüne alacaklarına dair söz verdikleri halde sözlerini yerine getirmeyen birçok ünlü politikacıyı mahkemeye vermiş. Mahkemeye verdiği kişiler arasında Türkiye’nin eski cumhurbaşkanlarından Süleyman Demirel ve Tansu Çiller de var…


 


Koçali Aymaz’ın kafasında ve yüreğinde Fırat boylarını turizme kazandırmak var. Konu ile ilgili resmi mercilere şimdiye kadar sayısız başvurularda bulunmuş. Yaptığı sayısız başvurulardan şimdiye kadar somut bir yanıt almamış olsa da, bu işin üstesinden geleceğine dair umut ve inancını kaybetmemiş. Önüne koyduğu bu tarihi işin üstesinden geleceğine kendisine öylesine inandırmış ki bu uğraşlardan söz ederken gözleri heyecandan parlıyor Koçali Aymaz ağabeyimizin.


 


Koçali Aymaz ağabeyimizin “üstüne köprü kuracağız” dediği dar geçidin sonunda sola dümen kırarak Fırat’ın derin sularına açıldık bu kez. Kaptanımız bulunduğumuz noktada suyun derinliğinin 84 metre olduğunu söylediğinde hayretimi gizleyemedim. Fırat doğal bir kanal görünümde. Sağında solunda yüksekliği onlarca metreyi bulan dik kayalıklar var. Dik kayalıkların kıyı ile kesiştiği yamaçlarda binbir nebat çeşidi boy vermiş. Fırat’ı kollarına alan kayalıklar bin yılların izlerini bağrında taşıyor. Bu kayalıkların dili olmasa da insana gereğinden fazla şeyler anlatıyor. Kayalıkların duruşundan onların nelere tanıklık ettiğini rahatlıkla çıkarabiliyor insan. Yeryüzünün herhangi bir yerinde doğanın insanı böylesine büyüleyeceği başka bir yerin olup olamayacağını düşünüyorum. Dini kitaplarda ve mitanik hikâyelerde Fırat ve Dicle arasında bulunan Mezopotamya topraklarından övgü ile söz edilmesi ve bu toprakların kutsanması demek ki boşuna değilmiş. İnsanlarımızın Fırat havzasına saklı cennet demeleri demek ki hiçte abartı değilmiş. Bunun böyle olduğuna inanmak için demek ki buraları mutlaka gezmek ve görmek gerekiyormuş.


 


Büyük bir hayranlıkla çevreme bakınırken geziye katılan bir arkadaş bana: “İnsan aklını başından alan bu kanyonların bir benzerini sadece Amerika’nın bilmem ne eyaletinde bulabilirsin. Oralardaki doğa güzellikleri bizim buralardan daha mı güzel orasını bilemem? Fakat şurası bir gerçektir ki oralarda devlet yetkililer doğanın kendilerine bahşettiği bu güzellikleri çok iyi tanıttıkları için her yıl on binlerce turist oraları ziyaret ediyor. Bizim çok bilmişlerimiz kendi aralarında sohbete koyulduklarında Amerika’nın Arizona eyaleti sınırları içinde bulunan GRAN kanyonların olağanüstü güzelliğinden söz ederler. Fakat hiç kimse bizim şu Fırat’a uğramayı aklından geçirmez ”dedi.


 


Arkadaşlar bu konuyu kendi aralarında konuşurken aklıma bir süre önce televizyondan izlediğim bir dokümanter film geldi. Film Gran konyonlarını konu alıyordu. Amerika’da Colorado Irmağı boyunca uzanan derin kanyonlar, ırmak boyunda sıralanan ve her rengin sergilendiği dik yamaçlar ne kadar da bizim buralara benziyordu. El alem doğanın kendilerine bahşettiği bu olağanüstü alanları ulusal park haline getirip bundan dünyanın parasını kazanırken bizim burnumuzun dibinde duran bu doğa güzelliklerini görmememiz körlükten başka bir şey olamazdı.


 


Deza Mikail’ın çevredeki her şeye pür dikkat kesilmesi gözlerimden kaçmıyordu. Yıllardan beri Fırat’ın özlemiyle yaşayan Mikail Aslan kimbilir aklından neler neler geçiriyordu? Buraları görmekle ne kadar iyi ettiğini ve ne kadar mutlu olduğunu gözlerinden okumak zor değil. Kendileriyle sohbet ettiğim bir iki arkadaştan ayrılarak az ötede duran Mikail Aslan’ın yanına gittim.  Mikail Deza iç dünyasına o kadar dalmıştı ki yanına yaklaştığımı fark bile edemedi. Beni fark ettiğinde gözlerini karşı tepelerden alarak bana bir şeyler söylemek istiyor. Duygularını söze nasıl dökeceğini kestiremeyince elimden tutup boynuma sarıldı: “Deza Kadir beni bu güzel yerlere getirdiğin için sana çok teşekkür ediyorum “ dedi.


 


Mikail Aslan halk ve memleket sevgisini yüreğinin sevgi potasında yoğuran ve bu sevgiyi söz söz, kelime kelime müziğe yansıtan usta bir sanatçıdır.  Dolayısıyla onun yüreğinde kopan duygu ve heyecan fırtınasını az çok tahmin edebiliyordum. Ona çok şeyler söylemeye gücüm yetmiyor, sadece:  “Deza Mikail, siz yaptığımız ve yapacağımız bütün bu hizmetlere fazlasıyla layıksınız“ diyorum.


 


Devam edecek...


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]m

Bu yazı 1533 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum