Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 11.BÖLÜM

16 Nisan 2016 - 11:51

YEĞENİM İBRAHİM


11.BÖLÜM


 


Sevgili İbrahim,


 


Şimdi istersen tekrar Mustafa amcamın evine dönelim. O evde Ziya Dayı kalıyordu.Altmış-yetmiş yaşlarında filan vardı. Kendisi Güliş yengemin dayısı oluyordu. Dünyada kimi kimsesi olmadığından amcamın evine yerleşmişti. “Karahan” ismiyle özdeşleşen Ziya Dayı’yı sanırım büyüklerimizden duymuşsundur?


 


Ziya Dayı’nın gözleri tamamıyla görmüyordu. Büyüklerimizin dediklerine göre kendisi daha birkaç aylık bir bebek iken bakımsızlık ve sahipsizlikten gözleri iltihaplanmış. Çokbilmiş mahalli tabipler iltihaplanmaya iyi gelir diye “Gözlerini tuz ruhuyla temizleyin” demişler. Çevredekiler bu cahilce tavsiyeye uyarak söyleneni yapmışlar. Tuz ruhuyla yıkanan gözler anında çürümüş. Yara-bere içinde kalan göz bebekleri tuz ruhuyla buluşunca olanlar olmuş, gözler  birer yumurta akı gibi fukaranın önüne akmış. Aydınlık dünyası aniden kararmış. O günden sonra dünyada kaç renk var, ay ve güneş nerden doğar, nerden batar, insan ile diğer canlıların şekil ve biçimleri nasıldır,  tüm bunlardan habersiz yaşamış Ziya Dayı.


 


Güliş yengem ve amcam ona “Xalo Ziya”(Ziya Dayı) dedikleri için köyde yaşayan herkes gibi biz çocuklar da ona “XALO Ziya” diyorduk. Xola Ziya’nın gözleri  görmüyordu ama gözleri gören birçok insandan çok daha aktif, inanılmayacak derece yaman ve becerikli ve bir o kadar  yetenekliydi. Birçok insanın gündüz gözüyle yapamayacağı işleri o kimsenin yardımına ihtiyaç duymadan tek başına hem de gece gözüyle yapabiliyordu.


 


Mesela köyümüzün dört bir yanında bulunan ve taşlıktan geçilmeyen bölgeleri ve yakınlarda bulunan komşu köyleri gece demeden gündüz demeden bir başına adım adım gezebiliyordu. Bizim zamanımızda yaşlandığı için artık eskisi gibi yalnız başına komşu köylere gidip gelmiyordu.


 


Büyüklerimizin anlattıklarına göre Xalo Ziya gözleri görmediği halde gecesini gündüzüne katarak dağ bayır çobanlık yapan ve ekmeğini bu şekilde çıkaran birçok deneyimli çobandan daha yamanmış.  Yaşıtlarıyla bahse girer, onlarla koşu müsabakalarına katılır ve herkese nal toplatırmış. Öyle ki köyde yenmediği insan kalmamış. Onun bu alandaki becerisini hazmedemeyen gençler onu fazlasıyla kıskanırlarmış. Hatta intikam  için bir gün ona  oyun oynamışlar. Ramazan amcamın tezgâhladığı bu oyunu köyde bilmeyen duymayan yoktur. Xalo Ziya’nın herkese nal toplattığını gören Ramazan amcam günlerden bir gün arkadaşlarına: “Gelin Xalo Ziya’ya  bir oyun oynayalım “demiş. Kuyruk acısı olan gençler amcamın bu önerisine sıcak bakmışlar. Amcam Halo Ziya’yı koşuya davet etmiş. Kendisine fazlasıyla güvenen Xalo Ziya:  “Sen de kim oluyorsun?“ diyerek amcamın teklifini hemen kabul etmiş. Koşunun yapılacağı yeri ve tarih üzerinde anlaşmaya varmışlar. İnandırıcı olsun diye bir de ödül konulmuş. Amcam normal koşullarda yarıştan yenik çıkacağını bildiği  için  Xalo Ziya’ya komplo kurmuş. Amcamla işbirliğine soyunan arkadaşları  ellerini ovuşturarak yarış gününü büyük bir sabırssızlıkla beklemişler. Zalo Ziya’nın gözleri görmediğinden ötürü yarışlar her zaman düzlük  alanlarda yapılıyormuş. Zaten  engebeli alanlarda koşması düşünülemezdi. Tezgâhlanan oyundan habersiz olan Xalo Ziya  amcama dersini vermek için sabırsızlanıyormuş.


 


Yarışın yapılacağı gün Xalo Ziya’yı taş ve çukurlardan geçilmeyen çetin bir alana götürmüşler.  “Bulunduğumuz alan düz müdür?“ diye tekrar tekrar sormuş Xalo Ziya. Orada bulunan gençler hep bir ağızdan “Evet  dümdüz bir alandır “demişler. Gençlere inanan Xalo Ziya:  “Haydi Ramazan hazır ol, bugün ne hünerin varsa ortaya koy“ demiş.


Amcam bıyık altından gülerek: “Tamam,  hazırım“ demiş ve yarış başlamış. İlk birkaç metrede her şey yolunda gitmiş. Düzlük alanda  Xalo Ziya, Ramazan amcama fark atmış. Fakat daha sonra olanlar olmuş.  Var gücüyle koşan, arayı  iyice açtığı bir sırada önüne çıkan derin bir çukurun içine yuvarlanmış Xalo Ziya. Gençlerin kahkahalar atması üzerine tezgâhlanan oyunun farkına varmış ama iş işten çoktan geçmiş.  O günden sonra ne kimseye inanmış  ne de  bir daha biriyle yarışa yeltenmiş.


 


Xalo Ziya ile ilgili anlatılan ve inanılması çok zor olan birçok mesele vardır. Günün birinde Xalo Ziya sırtına  kocaman bir karasabanı alarak onu birkaç km uzakta bulunan Mirhas Köyü’ne kadar götürmüş. Hem de gecenin zifiri karanlığında. Mirhas’a giden yolun taş ve kayalardan oluşan halini göz önüne getirdiğimizde onun bu çetin ve zahmetli işin üstesinden nasıl geldiğini,  doğrusu halen anlamış değilim. Gözleri gören insanların bile o taşlık yolda yürümesi meseleyken Xalo Ziya’nın  o kör haliyle bunu nasıl başardığına hep düşünüp durmuşumdur.


 


Xalo Ziya, Mustafa amcamın hem iyi bir yardımcısı  hem de  değerli bir danışmanıydı. Alınan bütün kararlarda onun onayı aranırdı. Evin bütün işleriyle o  ilgilenirdi. Önemli bir mesele üzerinde konuşulacaksa önce Xalo Ziya’ya danışılırdı. Onun fikri alınmadan ne amcam  ne de Güliş yengem buradan şuraya adım atmazlardı. O sadece Mustafa amcamın değil köyde yaşayan tüm akrabalarımızın en büyük sırdaşı ve yardımcısıydı.


 


Ben daha ufacık bir bebekken, annem yoğun işlerinden ötürü yeterince bana zaman ayıramadığı için bana hep Xalo Ziya   mukayyet olurmuş. Annem Fırat’ın öte tarafından köyümüze gelin geldiği için Xalo Ziya ona hep “yeğenim” diyormuş. Söylenenlere bakılırsa onun da annesi aslen o taraflardanmış. Bu coğrafik yakınlıktan dolayı  Xalo Ziya anneme herkesten çok daha fazla önem veriyordu. Annem her sıkıştığında hemen onu çağırır,  o da hemen annemin yardımına koşarak elinden geleni fazlasıyla yapardı. Annem en çok bana mukayyet olması için ondan yardım istiyormuş. Annem işlerini bitirene kadar o  Siverek’ten alınma oymalı tahta beşiğimi sallayıp duruyormuş. Bunu yaparken ağlamamam için durmadan kulağıma birbirinden güzel ninniler mırıldanıyormuş. Kimbilir Zazaca müziğine olan ilgim belki de o günlerden kalmıştır.


 


O köyde yaşayan herkesin kolu kanadıydı. Kışlık erzak için her yıl büyük kazanlarda kaynatılan buğday, dibekte dövülen köftelik ve makinelerde öğütülen bulgur, kalburdan geçirilen daha bir sürü kışlık erzak Xalo Ziya’nın  alın teriyle ıslanırdı. Kadınların  dağ-bayır toplayıp sırtlarında taşıdıkları kuru otlar (puş-palağ) yine Xalo Ziya’nın yardımıyla mereklere (samanlıklara) alınır ve  istiflenirdi. Amcamın evinde her sabah yapılan ayran onun elinden kıvamına gelirdi.


 


Hasat zamanı gelip çattığında herkesten çok ona büyüklerin işleri düşerdi. Biçilmeyi bekleyen buğday ve arpalar onun eline bakardı.  Eline orağı aldı mı arpa ve buğdaylar deste deste yere serilirdi. Önce amcamın işini bitirir sonra da diğerlerinin yardımına koşardı. Ben benim diyenler üç dört tutamlık buğdayı zar zor biçerken Xalo Ziya nasırlı elleriyle kocaman bir alanı kaşla göz  arasında ekinden temizlerdi. Yoğun çalışmadan dolayı onun elleri hep çatlak çatlaktı. Biçilen ve üst üste konulan ekinlerin harman yerine taşınması da onun işiydi. Keçi kılından yapılmış, el işi urganlarla sıkı sıkıya bağlanan ekin denkleri daha çok eşek sırtında harman yerine taşınırdı. Eş dosttan emanet alınan onlarca eşek sabahtan akşama kadar tarladan harman yerine ekin taşırdı. Buğday arpa denklerini urganlarla sıkı sıkıya bağlamak ve eşeklere yüklemek yine Xalo Ziya’nın  işiydi. Denkleri öyle sağlam ve öylesine sıkı bağlıyordu ki harman yerine ulaştırılan yüklerin düğümlerini çözmek için gençler habire uğraşırdı. Ekinler tümüyle harman yerine taşındıktan sonra da onu başka işler beklerdi. Yazın kavurucu sıcağında arpa-buğday saplarının öğütülmesi, elde edilen yığının rüzgâra karşı savrulup tanelerinden ayrıştırılması, buğday ve samanın ayrı ayrı çuvallara doldurulması ve evlere taşınması tamamıyla Xalo Ziya’ya  aiti. O bu işleri kimseye bırakmaz bizzat kendisi yapardı. Bununla kalınmaz, samanlıklara taşınan çuvallar dolusu samanın, denk denk otların ve bir köşede bekleyen tahılın depolanma işi de diğer işler gibi yine onun  sırtına kalırdı. Saman ve kuru otlar onun eliyle samanlıklara alınır, buğday ve arpalar onun eliyle topraktan yapılma ilkel silolara doldurulurdu.


 


 


Amcamın bütün inekleri ve koyunları onun yardımıyla doğum yapardı. Hangi inek, hangi koyun ne zaman doğum yapacak hepsini günü gününe tahmin eder ve bu tahminlerinde hiç bir zaman yanılmazdı. Yeni doğan bir kuzuyu veya buzağıyı anne sütüyle ilk o tanıştırırdı. Kış gelince Mustafa amcamın evinde sobayı o kururdu.  Sobayı sabah akşam tezekle doldurmak, yakmak ve arta kalan külü boşaltmak onun işiydi.


 


Köylünün yük taşımacılığında kullandığı ve keçi kılından yapılan bütün urganlar onun elinden çıkardı. Hünerli elleriyle ördüğü ve boyu beş-altı metreyi bulan sağlam urganlar bir ömür dayanırdı. Onun derme çatma tezgâhlarda dokuduğu kilimler (palaslar)  bir ömür odalara serilir ve hiç yıpranmazdı. Uzun lafın kısası  Xalo Ziya köyde herkesin imdadına koşan bir  Hoca  Hızır’dı. Kimin yardıma ihtiyacı varsa o ordaydı.


 


Mustafa amcamın aile ortamıyla özdeşleşen Xalo Ziya’nın  köydeki bütün kadınların yanında çok özel bir yeri vardı.   Onun yardım ve desteğine muhtaç olmayan kadın hemen hemen yok gibiydi. Öğütülmek üzere şehre gönderilecek buğdaylar akşamdan onun eliyle çuvallara doldurulurdu. Satılmak üzere şehre gönderilecek yoğurt, peynir, ayran ve benzeri katık türleri gece yarılarına kadar hep onun elleriyle hazırlanırdı. Bütün bu işlere koşan Xalo Ziya’nın  hiç kimseden en ufak bir beklentisi yoktu. Yediği yavan ekmek, içtiği bir tas ayrandı. Bunları da kimse ondan esirgemiyordu. O köydeki bütün akrabaların görülecek işini kendi işiymiş gibi görür ve üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirirdi.


 


Xalo Ziya’nın gözleri görmese de bileği güçlü, yüreği pek birisiymiş. Gençliğinde köyün bütün gençleriyle güreşe tutuşur -Amcam Ramazan hariç- herkesin sırtını yere getirirmiş. Birde son derece onurlu ve cesur birisiymiş. Büyüklerimizin onun cesur ve onurlu duruşuyla ilgili anlattıkları bir mesele var ki, onu burada anlatmadan geçemeyeceğim. Söylenenlere göre eşkiya avına çıkmış birkaç jandarma günün birinde köye uğramışlar. Jandarmalar  Xalo Ziya’nın kalmakta olduğu amcamın evine gelerek kadınlardan yemek filan istemişler. Kadınlar  “ana baba evladıdır “ diyerek evde yiyecek olarak ne var ne yok toplayıp Jandarmaların önüne sürmüşler. Jandarmalar yemeklerini yerken, onlardan birisi Xalo Ziya’nın kör olmasına aldanarak onu alaya almış. Xalo Ziya kendisini alaya alan jandarmayı bir-iki defa kibarca uyarmış. Ne var ki jandarma onun uyarısını ciddiye almamış ve kendisini el-kol hareketleriyle rahatsız etmeye devam etmiş. Jandarmanın yaptığı bu seviyesiz hareketler ona rahatsızlık verip onurunu incitse de “devletin askeridir” diye biraz sabır göstermiş. Ne var ki Jandarma rahat duracağına el kol hareketleriyle ukalalık yapmaya devam etmiş.  Xalo Ziya daha fazla dayanamamış ve ani bir hareketle jandarmayı yakasından yakalayıp çevik bir hareketle yere yıkmış ve üstüne çullanmış.


 


Neye uğradığını şaşıran jandarma çığlık çığlığa diğer arkadaşlarını yardıma çağırmış. Xalo Ziya’nın altında debelenen askerin halini gören arkadaşları bir süre ne yapacaklarını şaşırarak olup bitene müdahale etmeye cesaret edememişler. Bu hengâme sırasında Xalo Ziya altına aldığı jandarmayı bir güzel hırpalamış. Jandarma Ziya dayının elinden kurtulmak için var gücüyle çırpınsa da bunu bir türlü başaramamış. Çünkü Xalo Ziya onu kolları arasına alıp bir  mengene gibi sıkıyormuş. Bu boğuşma sırasında jandarma o denli zorlanmış ki birkaç defa hava kaçırma utancıyla yüzyüze kalmış. Orada  bulunan akraba  ve diğer jandarmaların araya girmesiyle heddini bilmez jandarma Xalo Ziya’nın elinden zor kurtulmuş. Kurtulur kurtulmaz da  şikâyet için hemen bağlı olduğu karakola koşmuş. Karakoldaki başçavuş devletin askerine el kaldırmanın ne anlama geldiğini herkese göstermek için köye büyük bir baskın düzenlemiş. Başına gelecek olanları az çok tahmin eden Xalo Ziya  tatlı canını kurtarmak için bir süreliğine sağda solda saklanmayı başarmış. Daha sonra şehirde oturan hatır-kıymet sahibi bir-iki akrabamızın araya girmesiyle mesele bir şekilde tatlıya bağlanmış.


 


Rahmetli annemden duyduğum kadarıyla günün birinde  Mustafa amcam, oğlu Seydo için köyümüzün muhtarı Halil dayının kızını istemeyi kafasına koymuş. Birkaç gün süren bir fikir alışverişinden sonra bizimkiler muhtar dayının evine gitmeye karar vermişler. Mustafa amcam kız istemek için muhtarın evine  gidecek birkaç kişiden oluşan gruba Xalo Ziya’yı da dahil etmiş. Bu yöndeki önerisini ona götürdüğünde Xalo Ziya  önce  uzun uzun düşünmüş,  sonra da:


 


‘’Yok yok,  en iyisi ben gelmeyeyim’’ demiş. Mustafa amcam bunun nedenini sorduğunda o kendisine şunları söylemiş:


 


’’Sebebi çok basit. Biz kalkar akşam muhtarın evine kız istemeye gideriz. Muhtarı iyi tanıyan biri olarak çok iyi biliyorum ki, o kızı için bizden yüklü miktarda başlık parası isteyecek. Eh ben seni de çok iyi tanıyorum. Sende başlık parasını çok görüp kalkar eve dönersin. Böyle olunca da ben  mahcup olacağım. Bu nedenle en iyisi siz bensiz gidin’’demiş.


 


Xalo Ziya’nın bu sözleri karşısında fazlasıyla duygulanan Mustafa amcam: ‘’Yok yok, sana söz veriyor, senet imzalıyorum ki başlık parasının bolluğu yüzünden cemaati terk edip seni mahcup etmeyeceğim. Muhtar kızı için ne isterse istesin istenilen miktarı hemen kabul edeceğim’’ demiş.


 


Bunun üzerine  Xalo Ziya gitmeye razı olmuş. Akşam saatlerinde muhtar dayının evine gitmişler. Çaylar içilip sohbet koyulaştırılmış. Sonra geliş nedeni gündeme getirilerek “Allah’ın emri, peygamberın kavliyle…” denilerek muhtarın dayının kızı Kamile bizim Seydo’ya (Seyithan abiye) istenmiş. İstenilen başlık parası tahmin edildiği gibi normalin çok çok üstündeymiş. Fakat Xalo Ziya’ya verilen sözün gereği olarak Mustafa amcam istenilen başlık parasına itiraz etmemiş. “Tamam“ denilerek fatihalar okunup, söz kesilmiş ve çok geçmeden de köyde düğün hazırlıklarına başlanılmış.


 


Devam edecek..


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


 


[email protected]


 


 


 


 


 

Bu yazı 1583 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum