Cuma Özusan

Cuma Özusan

[email protected]

DİNDARLIK NEDİR, NE DEĞİLDİR?

01 Aralık 2012 - 20:14

DİNDARLIK NEDİR, NE DEĞİLDİR





Cuma Özusan





Dindarlık bir yaşama şeklidir. Bu yaşama şekli hayatın her alanında kendini belli eder. Belli bir mekâna ve zamana has değildir. Dini görevler diye ayrı bir şey yoktur. Herşey dinin içindedir. Bütün yapılanlar ya dindarca olur ya olmaz. Dindarlık ahlaktan ayrılamaz, vazgeçilmez bir şekilde insanlığı ve ahlakı gerektirir.İbadet ve ritueller bile mutlaka dindarlık demek değildir. Bunlar dinin varmak istediği amaca ulaştıran vasıtalardır. Bizzat maksat değillerdir. Ruhtan ve ahlaktan yoksun ibadetler amaç değildir. Amacı göz ardı edip araçlar demek olan rituelleri öne çıkarmak kendini aldatmaktır ve vakit kaybetmektir.





Toplumdaki temel yönelişler dindarlığı etkiler. Herkes nasıl yaşıyorsa siz de öyle yaşarsınız. Çarşıda, pazarda, sokakta, alışverişte, okulda, yolda, toplantılarda dindarca bir şey göremezseniz dindar olamazsınız. Çevreniz sizin neyi benimseyeceğinizi ve nasıl yaşayacağınızı büyük oranda etkiler. Dindar olmayan bir toplumda dindar olamazsınız. Bu bakımdan bireysel bir dindarlık mümkün değildir ve olsa da fazla bir önemi olmaz. İnsanı çevresinden ve çevresini de dünyadan soyutlayamazsınız. Her yerden haberdarsınız. Dünyanın genel gidişi rahata, konfora ve maddeye düşkünlük şeklinde tezahür ediyor.





Sadece din eğitimi ve öğretimi ile dindar kişiler yetiştirilemez. Dindarlık zekânın eğimiyle sağlanamaz. Din dersi diye ayrı bir dersle din duygusu yaratılamaz. Din dersini veren öğretmen eğer davranışlarıile örnek olamıyorsa öğrettiklerinin hiçbir yararı olmaz. Eğer dindarsa fizik hocası da dindarca etkide bulunabilir, dindar öğrenciler yetiştirebilir. Din bilgisi öğretmenlerinin görevi eski bilgileri nakletmekten ibarettir. Bilmek amel etmeyi doğurmuyor. İnsanın anlayışının ve çevresinin değişmesi lazımdır. Din ve dindarlık böyle kişileri görerek edinilir. Dindar kişileri göremezseniz dindar olamazsınız. Mutlaka görmeniz lazımdır.





Dini bilimler ancak zihnin entelektüel tecessüsünü giderenşeylerdir. Matematik, fizik, kimya, gramer gibi... Bir defa din hiçbir zaman ilmi disiplin, akademik çalışma demek değildir. İlmi disiplinler zekânın eseridir. İnsanı dindar kılan ise zekâsıdeğil duygularıdır. Hiç okuma yazma bilmeyen de dindar olabilir. Dini ilimlerini tahsil ederken amel etmeye vakit kalmıyor. Adam akademide, o kütüphane senin bu kütüphane benim diyerek gece gündüz tezini hazırlıyor. Misafirliğe gitmiyor, eğlencelere katılmıyor, yolda birisi kendisine bir şey sorsa vaktim yok diyor. Bu adam araştıracak ve kitap yazacak. Peki, ne zaman onlara göre yaşayacak!





Tefsir, kelam, fıkıh gibi temel dini ilimlerin dindarlık yaratmadaki etkileri çok sınırlı ve cüzidir. Bunlar çok gereksiz teferruatla doludur. Kuran ve hadislerin hedeflediği şeye hizmet etmiyor. Kuran ve sünnet çok soru sorulmasını hoş görmüyor ve hatta yasaklıyor. Peygamberimiz ince eleyip sık dokumayın diyor. Kelamda Allahın sıfatları zatıyla aynı mıdır ayrımıdır gibi konular, fıkıhta mezarlıkta biten ağacın meyvesi yenir mi yenmez mi gibi konular, tefsirde Nuh’un gemisi kaç arşındı gibi konular tartışılmıştır. Bunların günlük hayatta hiçbir etkileri ve yararı yoktur. İnsanın ne imanını ne amelini artırır ve ne de hayatını güzelleştirir.





Peki, bu ilimler tahsil edilmesin mi denilecek. Elbette tahsil edilecek. Bunlar insanların zihinsel ve bilimsel ihtiyaçlarınıkarşılayacak. Bazı insanlar okuyup yazmaya ve akademik konulara daha fazla meyyal ve meraklıdır. Bunun önüne geçilemez. Böyle insanlara da ihtiyaç vardır. Bu ilimler İslam medeniyetinin ortaya koyduğu şeylerdir. Bunların geçmişi bilmek bakımından elbette bir değerleri vardır. Bunlar bütün diğer bilimler gibidir. Bunlarla dindarlığın hâsıl olmayacağı bilinerek hareket edilecek. Bilim evrenseldir, bir papaz da gelip dini ilimleri tahsil edebilir. Din akademik bir konu değildir veya akademik bir konu din değildir.





Dindarlık için ilim tahsilinden ayrı bir çalışma ve programın olması lazımdır. Bu iş daha çok kişiseldir. Bunu Kuran ve Sünnet zaten göstermiştir. Bu, kavli ve kevni ayetlerin tefekküründen doğan anlayıştır. Bu yaşam tecrübesinden doğan şeydir. Bu anlayışın artması insanın iman ve amelini artırır. Bu saf tefekkürdür. Müslümanlar bunu ihmal ediyorlar. Geçmişte de ihmal edildi. Düşünce ve tefekküre en yakın ilim olan kelam bile maksada uygun bir şey ortaya koyamamıştır. Bazı spekulasyonlarla uğraşmıştır. İman ve amel zayıfladığı ve sapık fırkalar doğduğu için kelam gereklidir denilerek bu tarz mazur görülemez. Vesselam.

 

Cuma Özusan

[email protected]

Bu yazı 3946 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum