Bundan tam 27 yıl önce 16 Mart sabahı Halepçe'ye Düceyde, İnap, Hurmal ile Sirva kasaba ve köylerine Irak Hava Kuvvetlerine bağlı Sovyet yapımı Miğ-23 uçakları ile devrik Irak lideri zalim diktatör Saddam Hüseyin'in emri üzerine "Kimyasal Ali" lakaplı Korgeneral Ali Hasan al-majid al-tikriti'nin yönetiminde uçak ve helikopterlerle insanlık üzerine gökten hardal, sinir ve siyanit gazı bombaları ile ölüm yağdırdılar.
Yapılan bu katliam sonucu çoğunluğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan en az 5 bin Kürt yaşamını yitirirken, yaklaşık 10 bin kişi ise yaralanmıştı. Ölenlerin çoğunluğunun kadın, çocuk ve yaşlı olmasının sebebi ise; bilindiği üzere emperyalizmin kirli ve sinsi planları neticesinde İran-Irak savaşı nedeniyle Kürt erkeklerinin çoğunluğunun cephede savaş halinde olmasından kaynaklanmıştır. Dünyanın en büyük insanlık Trajedilerinden biri olarak kabul edilen Halepçe katliamından sağ olarak kurtulanlar ise kalıcı hastalıklara maruz kaldılar. Binlerce insan sinir sistemi, deri, akciğer hastalığına yakalanırken, tümör oluşumu ve özürlü doğumda birçok kişide görülen rahatsızlıkların başında gelmektedir.
Katliam Irak Baas rejiminin Kürtleri topraklarından sürerek, Arap halkı içerisinde eritme ve Kürdistanı boşaltarak nihayetinde soykırımla yok etme politikasıdır. Bin yıldır yok edilmeye çalışılan bir millet nice zalim Dehaklar, nice diktatör Saddamlar, nice toplar, tüfekler, kimyasallar gördü! Yine de yok edilemedi. Bir milletin yok edilmesi ancak, Allahın gücü ve hikmeti iledir. Başka hiçbir güç top yekûn Kürt milletini veya başka bir milleti yok ederek tarihten silemez. Hele hele mazlum Kürt milletini hiç silemezler. Bu gün Ortadoğuda yaklaşık 40 milyon nüfusu ile dengeleri oluşturabilecek güçlü ve güvenilir millet Kürtler olarak kabul görmektedir. Ülkemiz Türkiye dahil en kapsamlı ilişkilerini Kürtlerle yapmaktadır.
Ama ne yazık ki Kürtlerin özgürleşmesini ve gelişmesini istemeyen bazı emperyalist güçler ve sapık fikirler, tarih boyunca operasyonlarına, katliamlarına ve soykırımlarına devam etmiş ve etmektedirler. Dün Dersimde, Halepçede, Enfalde; bugün Şengalde, Kobanide vahşice katliamlarına devam etmektedirler.
Evet, bu yazımda sadece Halepçeyi anlatıyorum, mazlumları anlatıyorum. İbret alınması için tarihe not düşmek adına...
16 Mart 1988de vakit öğlene doğru, Halepçeli genç bir kız anlatıyor. Önce helikopter sesi geldi, sonra uçaklar havadan bomba atmaya başladılar. Önce çöpe benzer kötü bir koku yayıldı ortalığa, sonra elma kokusuna benzer bir kokuya dönüştü. Ardından yumurta gibi koktu. Dışarı baktım çok sessizdi, ama hayvanlar ölüyordu. Koyunlar, Keçiler ölüyordu.
Aramızda konuşuyorduk. Bir şeylerin ters gittiğini söyledim. Havada bir şeyler vardı. Rahatsızlanmaya başladık, ama saklanmaya devam etmeye karar verdik. Gözlerimde çok şiddetli bir acı hissettim. Kız kardeşim yüzüme yaklaştı ve gözlerin kıpkırmızı dedi. Sonra çocuklar kusmaya başladılar. Çok fazla acı çekiyorlar ve sürekli ağlıyorlardı. Annem ve bizler ağlıyorduk. Sonra yaşlılar kusmaya başladı. Havada kimyasal maddeler olduğunu anlamıştık. Gözlerim gittikçe kızarıyordu ve bazılarımızın gözleri kan çanağına dönmüştü. Kaçmaya karar verdik. İneğimiz bir köşede yatıyordu. Koşuyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıyordu. Sonbahardaymışız gibi ağaçların yaprakları dökülüyordu. Etrafta yere çöken duman bulutları vardı. Çocuklar artık yürüyemiyorlardı kusmaktan bitkin düşmüşlerdi. İnab köyüne doğru giderken çoğu kadın ve çocuk ölmeye başladı. Kimyasal bulutlar yere yakındı. Ağırdılar. Onları görebiliyorduk. Her tarafta insanlar ölüyordu. Çocuklar yürüyemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarına bırakıyorlardı. Aynı şekilde yaşlılarda bırakılıyordu. Koşuyorlar nefes alamaz duruma geliyorlar ve ölüyorlardı
İşte mazlum insanların hayat hikâyeleri böyle devam edip, gidiyordu Her şey yerli yerindeydi ama bütün canlılar ölmüştü...Tarih ve İnsanlık böyle bir soykırıma, böyle bir katliama ve böyle bir vahşete ne yazık ki sessizce tanıklık etti. Nasıl bir vicdan, nasıl bir insanlıktır bu... Neredeydi? BM, NATO, AHİM, İnsan hakları savunucuları, kelli felli devletler. Sadece duyarlı birkaç sesin dışında, kimseden çıt çıkmıyordu. Tabii ki gönlümüz bu zulüm ve soykırımın kim olursa olsun hiçbir ülke vatandaşına ve hiçbir millete reva görülmemesi yönünde ve temennisindedir. Ancak bu katliam ABDne, Avrupa Ülkelerine veya her hangi bir ülkeye yapılmış olsaydı ne olurdu acaba? Sömürge bile olamamış vatansız mazlum bir milletin kimyasal bombalarla soykırıma uğratılması ne yazık ki! Devletleri ve toplumları ayağı kaldırmamış, her kes bu mezalime seyirci kalmıştır!
21 Martta Halepçeye girenler katliamı gözleriyle görüp bu katliamları çekim ve fotoğraflarla ibret vesikası olarak dünyaya servis ettiler ve gördükleri dehşeti anlattılar.
Bütün sokaklar cesetlerle doluydu, etrafta dayanılmaz bir koku hâkimdi. Körpecik bebeklerinden bazılarının derileri kavrulmuş, bazılarının vücutları mos mor kesilmişti. Bazı bebekler annelerinin kucağından fırlamış, yerde sere serpe yatıyordu. Kimi sofra başında; kimi kapının eşiğinde; kimi bebeğini emzirirken; kimi oyun oynarken yakalanmıştı zehirli ölümün pençesine... Kısacası bu şekilde binlerce ölü bedenler sanki tarlalarda ot yerine insan bedeni biçilmişti yerlere. Aradan on yıllar geçmesine rağmen katliamın izleri halen belirgin. Katliamdan geri kalanların yaşamlarını yeniden eski düzene koymaları bir daha asla mümkün olmadı. Çünkü katliamdan kurtulan birçok insan gözlerini kaybederken, binlerce insan deri, akciğer, boğaz ve diğer sinir sistemi hastalıkları ile mücadele etmek zorunda kaldılar ve kalmaktadırlar. Halepçede yaşanan vahşetin boyutları ve sonrasındaki tahribatlar hem Kürt hem de insanlık tarihinde derin izler bıraktı. Yapılan araştırmalara göre 2000li yıllara kadar Halepçede özürlü doğum oranı Hiroşima ve Nagazakiden birkaç kat daha fazladır.
Halepçe ve diğer kasabalarda kandan beslenen zalim bir diktatör olan Saddam Hüseyin ve yönetimi binlerce insanı kimyasal gazlarla yok etmesine rağmen yargı huzuruna çıkarılamadı. Hesap sorulmadı.5000den fazla Kürtün Asurinin ve Halepçede yaşayan diğer insanların hesabı sorulamadı... Milliyetçilik ve Arap sosyalizminin bir karışımı olan Baasçılığı, katil Saddam Hüseyin ülke içerisinde pek çok gücü kendisine bağlayarak bir şer odağı haline getirmiştir. Irak nüfusunun yalnızca beşte birini oluşturmalarına rağmen suni Araplar pek çok kilit yönetim kademesine getirilerek devlet aygıtı üzerindeki otoritesini giderek sağlamlaştırmıştır.
Bu şer gücünün katliamları ABD ve Britanya öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Irakı işgal etmesine kadar sürmüştü, sonrası malum; işte diktatörün ibretlik sonu; 1982de Duceylde 148 Iraklı Şiinin öldürülmesinden sorumlu tutularak idam cezasına mahkûm edilen eli kanlı diktatör Saddam Hüseyin 30 Aralık 2006da asılarak idam edilir. Cellatlardan birisi Cehenneme git, Cehenneme git diye bağırıyor ve şehadetini tamamlamasına bile izin verilmeden ipi çekiliyor. Ve ardından cellatlarından diğeri bağırarak Tiran öldü, belasını buldu Ne demişler? Zulüm ile abad olanın zahiri berbat olur. Bu tiranlar için Üstat Beddizaman ne güzel söylemiş; Zalimler için yaşasın Cehennem
Bu makalemi, Halepçe ve Halepçeler unutulmasın adına, Kürtler ve mazlum milletler başta olmak üzere Dünyanın hiçbir yerinde bu dramlar, katliamlar ve insanlık dışı soykırımlar yaşanmasın düşünce ve temennisiyle Özgür insan, özgür bir toplum, savaşsız ve sömürüsüz bir dünya dileğiyle...
FACEBOOK YORUMLAR