Hasan Baydilli

Hasan Baydilli

gelecek

Surla birlikte ağladım

08 Haziran 2016 - 07:54

Mayısın son günü.. Uzun süredir Diyarbekir’e gitmiyordum, gitmek istemiyordum aslında. Çünkü gözüm, gönlüm, yüreğim kaldırmazdı kadim kentin parçalanmış yaralı halini görmeye…

Ancak bir taziye ve hasta ziyareti nedeni ile aylardan sonra Diyarbekir’e gitmek durumunda kaldım. Taziye ve hasta ziyaretinden sonra yanımdakilere Sur’u görmek istediğimi söyledim, yüreğimin derinliğinden gelen isteksiz ve umutsuz ruh halimle yürüyerek Dağkapıdan başladım Sur yolculuğuna…

Keşke gelmeseydim, görmeseydim bu kadim kentin yaralı halini! Az sayıda açık dükkânlar, duvarlar, küçük bir esnaf gurubu ve umutsuzca ortalıkta dolaşan insanlar üzerime üzerime geliyor gibi… Peygamberler şehri, sahabeler yurdu ve birçok medeniyete başkentlik yapan kadim kültürün yetiştirdiği, yiğidin harman olduğu şehir, seni böyle boynu bükük, yaralı ve ağlar bir şekilde mi görecektim? Bu coğrafya ne oyunlar gördü, ne korkular, ne utançlar yaşadı, ne ihanetlerle karşı karşıya kaldı. Herhalde bir milleti kendi kanında boğmak bu olsa gerek! Genelde Türkiye, özelde Doğu ve Güneydoğuda kirli planlarla kardeş kavgası başlatılarak terör atmosferine sokulmak suretiyle başta ABD, İsrail, Rusya, İran ve batı dünyası Türkiye’nin kendini yenileyerek güçlenmemesi için uluslararası güç birliği oluşturmuş. Bu hain planın parçaları da ne yazık ki; devletin kendi bünyesinde barındırdığı derin güçler ve demokratik hiç bir yönü kalmayan siyasi oluşumlardır. Bu oluşumlar bir folklor ekibi gibi kol kola girmiş oyunlar oynuyorlar kirli ve kanlı zemin üzerinde!

“ Dünyanın bütün toprakları bir tek insanın kanını akıtmaya değmez” diyen Gandi felsefesiyle barışı, huzur ve kardeşlik temeli üzerinden inşa etmek gerekir. Mazlum İnsanların kanı üzerinden zafer kazanılamaz. Bu senaryoyu yazan ve yönetenler işleri bitince çekip gidecekler. Ancak ellerini hiçbir zaman bu coğrafyadan çekmeyeceklerdir. Kendilerine her daim figüran bulacaklar, ta ki hayal ettikleri emellerine ulaşıncaya kadar. Tabi ki ulaşabilirlerse?

Lakin olan her zaman kendi topraklarında yaşamaya çalışan mazlumlara olmaktadır. On yıllardır süren bu kanlı oyunun son perdesini Sur’da gördüm ne yazık ki? Allah aşkına var mı bu savaşın, bu kanın galibi veya kazananı! Yok, ama kaybedeni çok. Hepimiz, herkes, tüm bölge, tüm Türkiye; analar ağlıyor, kadınlar dul kalıyor, çocuklar yetim kalıyor, özenti içinde olan gençler, güvenlik güçleri, sivil vatandaşlar herkes ama herkes ölüyor bu coğrafyada; ne de çok insan ölüyor ülkemde! Neden ölüyorlar neden?

Gül ekilecek yerde, çiçek, orman yetiştirilen topraklarda geriye kalan kin, nefret, gözyaşı, acı ve enkazlar altında kokan insan cesetleri…

Böyle hak arama mücadelesi mi olur, böyle eylem mi olur? Kimse kusura bakmasın, bu ülke hepimizin; velev ki kim kendini nasıl hissediyorsa hissetsin, hedefimiz ve kıblemiz önce insanlık olmalı.

Dünya’nın yaşanması gereken bir yer olduğu ve herkesin yaşam hakkına saygı duyulacak şekilde demokratik ve hukuk yollarının zorlanması gerektiğine inananlardanım. İnsanlık fidesi yetiştirilmesi gerekli olan bu kadim topraklarda çukur kazarak zafer kazanılacağını düşünmek, sadece ütopyadan ibarettir. Sonuçta; olan enkazlar altında kalan ve barut kokan gencecik bedenler ve bu kirli savaşın diğer tarafında görevini yerine getirmek isteyen güvenlik güçleri ile sivil halka olmaktadır. Bu kirli savaşın kırıntıları ve sonrasında gözyaşı, kin ve nefret tohumlarının atılmasına zemin hazırlayanlar, gençlere zafer diyerek çukura atanlar bilmeliler ki; Bu strateji yanlış ve emperyalist güçlerin emellerini yerine getirmekten başka hiç bir işe yaramayacaktır. Bu kirli savaşın kazananı ise sadece bölgesel gücü elinde tutmak isteyenler olacaktır.

Evet, Sur gezime devam ediyorum. Dağkapı’da dükkânlar kısmen açık, kapalı olanlarda var. Ama İnsan yok. Nerede eski Dağkapıdaki o insan seli? Esnaflar dükkânlarının önünde oturmuş düşünceli ve umutsuzca… Gözlerinden okuyorsunuz, tam bir yıkılmışlık hali…

Bir iki esnafla ayaküstü konuştum. Buna da şükür diyorlar. Umutla bakıyorlar geleceğe ve birazda korkunun hâkimiyetiyle. İlerliyoruz, sokak başlarında, caddelerde güvenlik görevlilerinin çokluğu dikkatimizi çekiyor. Sokak girişlerinin hemen hemen tümü güvenlik gerekçesi ile beton duvarlarla kapalı tutuluyor. Daha önce insan selini andıran caddelerde yürüyemiyorken, şimdi elinizi kolunuzu sallayarak rahat yürüyebiliyorsunuz. Ve o cıvıltılı kalabalığı göremeyince modern bir köy görünümüne bürünen caddelerde yürümek bir süre sonra insanı sıkmaya başlıyor.

Hasan paşa hanına girdik. Nispeten içerisi kalabalık. Halk normal yaşantısına alışmaya çalışıyor. Ama yüzler asık, moralsizlik tavan yapmış, gülümseme yok, benimde moralim bozuluyor. Üzülüyorum, hemen oradan çıkıyorum.

Basından ve sosyal medyadan gördüğüm ve merak ettiğim dört ayaklı minareyi görmek istiyorum. Sokağa girince gözüme ilk ilişen barikatlar ve bez perdelerle yukarıya kadar kapalı olan, sadece dört ayaklı minarenin üsten iki veya üç metresi görünüyor. Biraz yaklaştım yandaki dükkânların kepenkleri mermilerle delik deşik edilmiş. İşte o an kendimi tutamadım. Bir gelinlik gibi yüzü kapatılan dört ayaklı minare; mermilerle paramparça olmuş kepenkler ve önünde bekleyen güvenlik güçleri. İşte o an dört ayaklı minareyle göz göze geldik. Kendimi tutamadım, karşılıklı ağladık! Rahmetli Tahir Elçi geldi aklıma ve bu kirli savaşın esas mağdurları ölen, öldürülen herkes geldi aklıma…

Neden bu yıkımlar, kıyımlar, neden bu ölümler? Geçmişte yaşanan asimilasyon, zulüm, işkence ve anti demokratik uygulamalara son verilmiş ve barış sürecine girilmişken; bölgemizde kabuk tutmuş yarayı kanatmak, uluslararası güçlerin ülkemizi bu kirli savaş atmosferinin içine sürükleme gayretleri derin bir çıkar ilişkisinden başka bir şey değildir.

Uluslararası ilişkiler kuramcısı Nikola Makyavel’in 500 yıl önce söylediği “ Prensin yaşaması için her yol mubahtır” sözü, prensin yani devlet ’in yani emperyal gücün “ Dünya’ya yön verme ve gücünü korumak için sürekli savaşan güçtür” düşüncesi bu günde ülkemiz üzerinde uygulanmaktadır.

Sur gezimize devam ederek, Kervansaraya doğru yol alıyoruz, bu bölgedeki dükkânların çoğu kapalı, tek tük açık dükkânlar tabiri caizse sinek avlıyor.

Dükkânların önünde oturan esnaflara selam veriyorum. Selamı bile şüphe ile alıyorlar. İçim acıdı, onlar kadar olmasa da o hissiyatla yüreğim sızladı. Diyarbekir bunu hak etmiyor. Güneydoğu bunu hak etmiyor. Ülkemiz bunu hak etmiyor.

Makyavelist fikir babaları ülkemizi Suriye’ye ve Irak’a çevirmek istiyorlar düşüncesi hakim olmaya başladı, bunun başkada izahatı kalmadı bende.

Ve hızlı bir şekilde, moral bozukluğu ile kültür abidesi Kervansaraya uğramadan geri döndüm Sur’un acılarını içime gömerek…

HASAN BAYDİLLİ

Bu yazı 1902 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum