Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

AMCAM MUSTAFA-2

24 Kasım 2012 - 22:27

AMCAM MUSTAFA-2





2.BÖLÜM







Mustafa Amcamın resmi kayıtlardaki doğum tarihi hicri 1339 olarak geçiyor. Buna göre 88 yaşında olması gerekir. Ne varki kendi ifadesine göre nüfusa birkaç yıl kıtım yazılmış. (Kıtım kelimesinin geç yazılma anlamına geldiğini belirtmemize gerek yok sanıyorum.) Üç-dört yıl geçikme ile nüfusa yazıldığını varsayarsak, Amcamın şu anda (Miladi 2012) 95-96 yaşlarında olması gerekir.. Zaten etraftan kendisine sorulduğunda O’da bu yaşlarda olduğunu söyler. Amcamın üçü erkek dördü kız toplam yedi çocuğu vardır. Bu çocuklarından elliye yakın torunu vardır. Torunlarından olan çocuklarını da sayarsak bu sayıyüz kişiyi aşar. Bu rakama sahip olduğu torun torunlarını da katarsak, amcamın soy ve zürriyettinden gelen insan sayısı yüzelli kişiyi bulur.Yaşadığımız toplumda torunun torununu gören birisinin sorgusuz sualsız cennette gideceğine inanıldığı için Amcam Mustafa’nın sahip olduğu bu hayırlı zürriyet sayesinde cenneti garantilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.



Mustafa Amcamın çok yönlü ve çok renkli bir kişiliğe sahip olduğunu daha önce söylemiştim. Hayatın bütün zorluklarına rağmen o herşeyden önce kendisiyle ve çevresiyle barışık birisidir. Yaşamı, doğayı ve insanları fazlasıyla sever. Onun yüz yıla yaklaşan uzun yaşamı boyunca herhangi bir nedenden dolayı;her hangi birisiyle ciddi anlamda bir anlaşmazlığa düştüğünü ne kimseler görmüşve ne de duymuştur. Herkesle iyi geçinen, çevresiyle uyum içerisinde olan Mustafa Amcam herşeyden zevk alır. On parmağında on marifeti vardır. Bulunduğu her ortamda kendine göre mutlaka bir uğraş bulur. El attığı her işin altından alnının akıyla çıkar.. Dikkatli bir izleyicidir. Gördüğü, tanik olduğu hiçbirşeyi asla unutmaz ve en küçük ayrıntısına kadar herşeyi aklının bir köşesine nakşeder. Tasfir ve anlatım konularında; o benim ben diyen kimi yazarlara ve hatiplere taş çıkartacak kadar yetenekli birisidir. O, yaşamı boyunca anlatmaktan, dinlemekten büyük zevk almış ve bulunduğu her ortamda hiç kimseye en ufak bir sıkıntı vermeden hep birşeyler anlatmıştır.. Dinlemeye ve öğrenmeye de açıktır.. Dinine diyanetine son derece bağlıdır ama aklın olağanüstü gücüne ve mantığın yol göstericiliğine sonuna kadar inanır. Olağanüstü bir yaratıcılığı vardır. Gördüğü birşeyi anında hafızasına kaydeder ve bir daha asla unutmaz. Kendisine imkanlar sunulsa, köyde bir para basma makinesi kurar ve çuval dolusu sahici paralar basarak kendisine ve sevdiklerine rahat bir yaşam sağlar.. Seksenli yıllarda bir Türk Lirası tedavülden kalktığında o sağdan soldan topladığı bir liralık madeni liraları kendi el tezgahında işleyerek bu paralardan el yapımı çok değerli yüzükler yapmıştı. Göz nuru el emeği yaptığı bu kiymetli yüzükler Midyat’ın ünlü gümüş işlemecilerine taş çıkartacak kadar ihtişamlıydı.. Mustafa Amcamın Sevdiklerine hatıra olarak dağıtığı bu antik yüzükler İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşayan yakın akrabalarımızın ve özelikle genç kızlarımızın narin parmaklarında halen duruyor. Köydeki evinin bir köşesinde kurduğu derme- çatma tezgahında, sağdan soldan buluşturduğu bir-iki basit alet yardımıyla titiz ve sabırlı bir çalışma sonucu yaptığı bu antik değerindeki yüzükler görenleri hayretlere düşürüyordu.



Vatani görevini yaptığı İstanbul’da Hadımköy bölgesinde yaşayan köylülerin kullandığı kağnı arabasından etkilenen amcam Mustafa askerlik dönüşü köyde ağaçtan yaptığı dört tekerlekli bir araba ile yaratıcılık konusunda Karahan köyünün dörtyüz yıllık tarihine ismini altın harflerle yazdırmıştı. Köyde ilk yerli malı arabayı imal ederek herkesi hayretlere düşüren amcam kıvrak zekasıyla herkesi şaşkına çevirmişti. Öyleki köyün en akıllı ve en zeki kadını olarak isim yapan, Siverek’in renkli simalarından merhum Ali Karahan’ nın ablası Zerif Teyze Amcamın akılara durgunluk veren bu icadına bakarak:“Vallahi iyiki bu ‘Mustafa-yı Nofelan’ okul yüzü görmedi yoksa kesinkes uçak mühendisi olup köyde uçak yapardı.’’ demesi halen akıllardadır. Sert ve sağlam kerestesiyle bilinen Tıhok ağacından yaptığı dört tekerlekli araba sayesinde köylüler ev yapmak için uzak yerlerden at ve eşek sırtında taş taşımaktan kurtulmuşlardı.İnsanları bu zorluktan kurtardığı için Mustafa Amcam köyde yaşayan küçük-büyük herkesin hayır duasını kazanmıştı.. Tekerleri aşınmasın diye eski araba lastiğiyle kaplanan bu araba yetmişli yılların sonuna kadar köye hizmet etmişve at arabalarının yaygınlaşmasıyla birlikte bir köşede çürümeye terk edilmistir. Civardaki il ve ilçelerde at arabaları yaygınlaşınca onlarca köyden oluşan karahan mıntıkasına ilk at arabasını köye getiren yine Amcam Mustafa olmuştur... On-onbeş eşeğin zor bela taşıyacağı bir yükü bir defada kaldırabilen amcamın at arabası zamanla diğer insanların ilgisini çekmiş ve böylelikle at arabaları diğer çevre köylerde de yaygınlaşmıştır.



Mustafa Amcamın değişime ve yeniliklere açık olan bu modern yapısı çevresinde bulunan insanlarda saygı ve taktirle karşılanmıştır.. O’nun el becerileri saymakla bitmezdi. Mesela: çocukluğumuzda biz çocuklar için birbirinden güzel ve çok alımlı sapanlar yapardı. O’nun hünerli ellerinden çıkan sapanlardan fırlatılan kocaman taşlar çok uzaklara ta Ziya Dayı’nın kuyusuna kadar ulaşırdı. O, bu sapanları yaparken bir mühendis titizliğiyle herşeyi en ufak noktasına kadar çok iyi hasaplardı. Sapan yapan diğer insanlar bu işi yaparken havalı olsun diye sapanların taş konulan yerini büyük yaparken Mustafa amcam bunun tam tersini yapardı. O’na göre taş konulan yer büyük olduğunda sapan havada salandırıldığında gerekli hıza ulaşması engellenmiş olacağından taşistenilen mesefeye ulaşamayacaktı. Bu nedenle ona göre taşın konulduğu kefe küçük olmalıydı. Bazıları sapanı yaparken sapana takılan iki uzun kolu orantısız yapar ve böylece sapan hedefini bulamazdı. Oysa Mustafa Amcanın yaptığı sapanlarda her iki kolun uzunluğu milim milimine aynı hasaplanırdı. Böyle olunca da hedef bulmada sapan bir milim olsun şaşmazdı. Sapanın orta kısmını yani taşın konulduğu yuvayırenkli iplerle süsleyen Mustafa Amcam, yaptığı bu sapanlarla bir sürü tilki vurmuş ve bir sürü kurdun yüreğine korkular salmıştır. Yaz aylarında köyün tam karşısında bulunan bağlarda üzüm incir bolluğu yaşandığında bölgede bulunan bütün tilkiler bu bolluktan nasiplenmek için bir süreliğine bu bölgeye konuk olurlardı. Mustafa Amcam üzüm bağlarına dadanan bu tilkilerin canına okumak için akşam karanlığı çöktüğünde bir elinde tüfengi, diğer elinde sapanı bağların yolunu tutardı. Gecenin ilerliyen saatlerine kadar tilkilerin yüreğine korku salmak için bağın orta yerinde büyük ateşler yakan teneke çalan Mustafa Amcam eve dönmeye yakın bir sırada elinde ki sapanla sağa sola, bağın dört bir yanına doğru rastgele sapan atışları yapardı. Sapanın yuvasına konulan yumruk büyüklüğündeki taşlar usta bir şekilde istenilen uzaklığa fırlatılırdı. Baş üstünde hızlı bir şekilde dönderilen sapanın elde tutulan bir ucu aniden bırakıldığında sapanın yuvasından fırlayan taş havada vınlıyarak kurşun gibi hedefe yönelirdi. Sapandan çıkan korkunç ses çevrede dolaşan kötü niyetli canlıların yüreğine korku salardı. Amcamın gelişi-güzel yaptığı bu sapan atışlarına kimi zaman çevrede dolaşan kimi şansız hayvanlar hedef olur ve sonraki günlerde tesadüfen leşlerine rastlanılırdı.



Mustafa Amcamın biz çocuklar için davar tüyünden yaptığı küçük toplar çocukluğumuzun en çok sevilen oyuncakları idi. Baharın ilk aylarında tüylerini yenileyen büyükbaşhayvanlarının tüyleri dökülmeye yüz tutuğunda Mustafa Amcam bu tüyleri çok ustaca sıkıştırarak onları top haline getirirdi. Amcam kendi elleriyle yaptığı bu topları bize verdiğinde dünyalar bizim olurdu.



Köyde dağ-bayır, koyun-kuzu güden Mustafa Amcam arta kalan zamanını değerlendirmek istediğinde bazen elinde örgü şişleri kendisine ve yakınlarına yünlü çoraplar ve eldivenler örerdi. O’nun ördüğü bu çorap ve eldivenler sayesinde kış mevsiminde kar-buz içinde eller ve ayaklar sıcacık kalırdı. Mustafa Amcam bununla yetinmez Babasına ve köy imamına namaz sırasında ve geceleri uyurken başa geçirilen renkli ve desenli kepler örerdi. Gözlerine sürme çekmeye meraklı kadınlar için Mustafa amcamın yaptığı sürme çekme çubukları vazgeçemeyecekleri kadar değerli eserlerdi. Sadece deve kaburgasından yapılabilen bu çok özel çubuklar genç kadınlar ve özellikle de gelinlik çağına gelmiş genç kızlar için çok değerliydi.. Gelin olma çağına gelmiş her gelin adayının çeyiz sandığında görmek istediği bu çok değerli çubuklar için genç kızlar bazen günlerce Mustafa Amcamın kapısını aşındırır ve ona adeta yalvarlardı.. Genç kızların ve kadınların ricasına dayanamıyan Mustafa Amcam önce şu veya bu şekilde ölmüş bir devenin kaburgalarını bir yerlerden temin ederdi... Elde ettiği bu kaburgalarıyumuşasın diye birkaç günlüğüne toprağın derinliklerine gömerdi. Toprak altında yumuşaklık kazanan bu kaburgalar bir süre sonra topraktan çıkarılır ve gerekli işlemlerden geçirilerek gerekli biçime sokularak genç kızlara değerli bir hediye olarak armağan edilirdi.



Amcam Mustafa toprak ve tabiatla haşır-neşir olan birisidir. Toprakta yetişen ne kadar ot ve nebat çeşidi varsa, hepsini isimleriyle birlikte tek tek bilir. Yenilen, yenilmeyen, hangisinin neye, ne gibi bir faydası var, hepisini bilir ve yüz metre uzaktan da tanır. Günün birinde herhangi bir nedenden dolayı herhangi bir savaş durumu yaşanırsa ve Mustafa Amcam altı ay boyunca ıssız bir yerde bir başına kalırsa ve hiç bir yerden herhangi bir yardım almadan yaşamını kesinlikle sürdürebilir. O, hiçbirşeye ihtiyac duymadan tanıdığı ve bildiği bu ot-nebat sayesinde hiçbir şeye ihtiyaç duymadan yaşamınırahatlıkla sürdürebilir.



Amcamın uzun ömrünün sırrını , dağ-bayır topladığı ve iştahla yediği bu ot-nebatlarda aramak gerekir. Uzun ömür konusunda Amcamın bu otlara çok şeyler borçlu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.



Yılın her mevsiminde dağ bayır hayvan güttüğünden O, bir an olsun boş durmaz. Taş-kaya diplerinden, şurdan–burdan topladığı çeşit çeşit nebatları beline doladığı büyük mendiline doldurur. Akşam eve döndüğünde yanında bol miktarda ot-pancar çeşidiyle dönerdi. Sonbahar ve bahar aylarında yağmurlar erkenden yağdığında topraktan kum gibi mantar fışkırırdı. Yeryüzünü beyaz bir örtü gibi kaplayan bu mantarların en iyisini Amcam toplar ve eve getirirdi. İlkbaharda yetişen Kenger, Roşvat, Pune, Tuzik, Benik, Tolık, Hardal, Belalik, Şelmok, Tırşok ve daha bir çok nebat çeşidi Amcamın torbasnndan ve sofrasından hiç bir zaman eksik olmazdı. ilkbahar gelip çattığında ve tabiat ana bütün cömertliğiyle en zengin ganimet sofrasını insanların önüne serdiğinde Amcam sayesinde köyün bütün çocukları bayram ederdi. Amcam bağ-bostan topladığı renk renk, çeşit çeşit kır çiçeklerini toplayarak biz çocuklara getirirdi. Desteler halinde getirdiği papatyalar büyüklerimizin bize anlattiği o güzelim cennet bahçelerini hatırlatırdı. Bahar aylarının olmazsa olmazı olan ve su kenarında bolca biten mor ve beyaz renkli nergizler ki büyüklerimiz bunlara arsız çiçeği derdi, bizleri hayal alemine süreklerdi. PIVANG dediğimiz güzel yapraklı çiçeklerin yumru biçimindeki köklerini yemek kadar keyifli birşey olamazdı. biz çocuklar PİVANG’lara bayılırdık. Daha çok kumluk alanlarda yetişen XELILOK bitkisinin yerin altından çıkardığımız yağlıkökünü yemeye doyum olmazdı. Çorak toprakta bir başına yeşeren KOLBIZEY çiçeği hüzün kokardı. Isparık çiçeğinin yapraklarında buluşan onlarca renk çeşidi bizleri dünyanın bütün renkleriyle tanıştırırdı. Yine aynı aylarda yetişen, “Nançuk otu, kuşüzümü, pirça pir, şeng” biz çocukların yemeye doyamadıkları nebat çesitleri idi. Sulak yerlerde bolca yetişen “Pırpar”dan yapılan yoğurtlu cacık köylülerin serinlemek için başvurduğu içeceklerin başında gelirdi. Karın ağrısından el aman edenler “TOLIK” bitkisine müracaat ederdi. Ani sancılara tutulan ve acıdan yerinde duramayanlar evin bir köşesinde asılan kurutulmuş “MEYARO” bitkisinden bir tutam aldıklarında, bir-iki dakika içinde hiçbir şeyleri kalmazdı. Yutulamayacak kadar acı olan bu meyaro bitkisinin etrafa yaydığı koku köy evlerinden eksik olmayan zehirli yılanların baş düşmanıidi. Direkler arasında yuva kuran kırlangıç yavrularına dadanan Yılanlara karşıen etkili tedbir meyaro bitkisi idi. Can emniyetlerini almak isteyen köylüler evlerinin bir köşesine mutlaka bir deste bu bitkiden asarlardı. Köylüler tavan arasına astıkları bu bitki sayesinde yıl boyunca bir tek yılana rastlanmazlardı.Meyaro’nun keskin kokusuna tahammül edemeyen yılanlar başka taraflara kaçardı.



Bahar aylarında yeşeren ve yaz ayları boyunca hep yeşil kalan “ENDILKO” bitkisinden çevreye yayılan güzel kokular adeta insanın başınıdöndürürdü. Yoncaya benzeyen yapraklarıyla çok güzel kokan bu muhteşem bitkiden bir tutam eline alanlar, ya da birkaç yaprağını cebine koyanlar günlerce endılko kokardı. Biz çocuklar; dağ-bayır bolca yetişen “LUZ” dedigimiz bir bitkinin ortasında bir kalem gibi yükselen siyah renkli bir tomurcuğu avuçlarımızın içinde ezerek ellerimizi mor renge boyardık. Sürülmüş buğday tarlalarında boy atan “GEZİVAN” bitkisinin tüylü dalarında yeşeren mavi renkli küçücük çiçekleri parmaklarımızda tutarak onları usulca emerdik. Emdiğimiz bu narin çiçekler ağzımızda tarifi imkansız bir serinlik bırakırdı. Ağzımıza sinen güzel koku gün boyu bizi hoş tutardı. Bahar aylarında bolca yetişen birçok ot ve bitki çeşidi “bu yaşlı bilge” tarafından özenle toplanırdı. Amcamın kendi elleriyle bir bir topladığı bu nebatların bizzat onun tarafından özenle yıkanması, hazırlanması ve büyük bir iştahla yenmesi seyredenleri fazlasıyla imrendirir idi. Topraktan özenle topladığı “KORMİT” ve puneyi kimseye bırakmadan bizzat kendi elleriyle adamakıllı iyice yıkayan Amcam Mustafa cebinden çıkardığı çakısı ile roşat ve punenin köklerini bir güzel keserdi. Daha sonra onları bir bir elden geçirerek arasına karışmış olan yabancı otları bir bir ayıklardı. Temizleme ve ayıklama işi bittiğinde Amcam Mustafa bir tutam roşvatı sigara kağıdına tütün dizer gibi yufka ekmeğin arasına bir güzelce dizerdi. Üstüne tuz ve biber serpiştirdiği bu otları dürüm haline getirerek ve hiç aceleye getirmeden yavaş yavaş yerdi. Mustafa Amcam bunları yerken her lokmayı en azından kırk defa ağzında çiğner ve öylece yutardı. Birkaç yıl önce çinlilerin uzun yaşamalarını yemeklerini iyice çiğnediklerine borçlu olduklarını bir yerde okuduğumda Mustafa Amcamıhatırlamış ve onun çinlilerin bu yemek kültüründen haberdar olup-olmadığınımerak etmiştim. Ağzına attığı her lokmayı en az kırk defa çiğneyerek yutan ve bunu yaparken yedikleriyle ilgili eskiden kalma ne kadar anısı varsa, hepsini çevresinde oturanların bilgisine sunan Mustafa Amcamın sohbet eşliğinde yürütüğü bu iştahlı yemek manzarasını seyreden birisi, isterse yarım saat önce bir kazan dolusu yemek yemiş olsun, dayanmaz ve yerinden kalkarak, bu şen şakrak adama eşlik ederdi. Yemek yemekten, su içmekten bütünüyle kesilmiş bir hastayı doktora götüreceklerine, getirsinler bu kendi ile barışık adama, yemek yemeyi, bir köşeden bir süre izlesin, çok geçmeden ağzının suyu akacak ve kesinlikle sofraya oturacaktır. Amcamın; domates, salatalık, biber, peynir ve “çakılmas”tan oluşan standart kahvaltısını yerken sergilediği o olaganüstü manzarayı seyretmek, insanın iştahını altı kat arttırır dersem bu hiçte abartılı olmaz. Mustafa Amcam, bir şeyler yemek için sofraya oturduğunda zorunlu kalmadıkça, eline çatal-kaşık almazdı. O, cebinde hep taşıdığıçok amaçlı küçük çakı bıçağını yeri geldiğinde bıçak, yeri geldiğinde çatal ve yeri geldiği zaman da kaşık olarak kullanırdı.



Bu iştahlı yaşlı adam, önüne bırakılan sebzeleri kendi elleriyle özene bezene soyar, parçalar, keser ve yavaş yavaş yedikten sonra, üstüne bir tas dolusu çekılmast ayranı midesine boca eder. İzleyen biri, onun bu iştahlı yemek yiyişinden doyardı.







Devam edecek……….







Kadir Büyükkaya \ Hollanda





[email protected]

Bu yazı 4500 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum