Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT-36.BÖLÜM

31 Aralık 2017 - 08:04

ARKADAŞIM HALİT


36. BÖLÜM..


 


 


Evleri Şair İbrahim Rafet İlkokulunun arka taraflarında bulunan mahallede birbirinden değerli birkaç samimi arkadaşım vardı. Mehmet EminTuşan, Cebelli Karabülbül liseden arkadaşlarımdı. Muzaffer Altıngeyik ve İsmail Geyik ise günlük yaşamda sık sık karşılaştığımız, alınteriyle geçinen iki iyi arkadaşımdı. İsmail çarşıda bir terzinin yanında kalfa olarak çalışırdı. Muzaffer ise okuldan arta kalan zamanlarda elinde balyoz dağ bayır duvar ustaları için taş kıran babasına yardımcı olurdu. Tabiri caizse ekmeğini taştan çıkaran birisiydi.


 


Mehmet Emin Tuşan’la lise yıllarında birkaç yıl yanyana oturduk. Saygı gereği birbirimize Xalo diye hitap ederdik. Xalo Kürtçe de dayı anlamına gelirdi. Mehmet Emin herkese karşı kibar ve saygılı birisiydi. Onun kendisinden küçük birkaç kız kardeşi vardı. Hafızam beni yanıltmıyorsa ailenin tek erkek çocuğuydu. Maddi durumları pek iyi değildi. Yoksullukla boğuşan bu saygıdeğer ailenin tek sermayesi sahip oldukları bir at arabası ve tarla sürmede kullandıkları demirden bir sabandı. Ocağa bıraktıkları tencere sahibi oldukları bu at arabası ve saban sayesinde kaynıyordu. Ailenin ekmek teknesiydı, umuduydu bu at arabası. Siverek’teki Ermeni ustaların elinden çıkan demir saban onların varı yoğuydu. Evin bir köşesinde tutulan, yemi suyu eksik edilmeyen, el üstünde tutulan bu at bazen çifte, bazen de yük taşımacılığı için arabaya koşulurdu. Çift sürme, yük taşıma, ordan buraya koşma işine bazen ailenin reisi fedakâr baba, bazen de lisede okuyan arkadaşım Mehmet Emin el atardı.


 


Arkadaşım Mehmet Emin’in derslere ayıracağı zamanı hemen hemen yok gibiydi. Aile bütçesine katkı sunmak adına hep koşuşturma halindeydi. Okuldan artan zamanında kimi zaman çift sürer, kimi vakit harman döver, bazen de şehir içinde ordan buraya yük taşırdı. Bazen de akrabalarının kaldığı köylere gider gelirdi. Onun yaşamında boş zaman kavram diye birşey yoktu, günün yirmi dört saati yoğun geçerdi. Kendine ayıracağı bir dakikası bile yoktu, dur durak bilmeden hep çalışırdı o.


 


Kış kapıya dayanıp bağ ve tarlada yapılacak işler seyrekleştiğinde Mehmet Emin kolları sıvar şehirde kendine başka bir iş aramaya çıkardı. Azim ve çalışkanlığı sayesinde hiçbir zaman işsiz kalmazdı. Ne yapar eder bir yerlerde kendine mutlaka uygun bir iş bulurdu.


 


Lise yıllarında M.Emin’ın “ Cumhuriyet “ İsimli bir restoranda çalıştığını hatırlıyorum. Orta hali müşterilerin devam ettiği bu restoran Hürriyet Ceddesinde, Sümerbank’ın birkaç dükkân ilerisindeydı. Restoran sınıf arkadaşımız Rıza Öztuncer’ın babasına aitti. Mehmet Emin bu işe Rıza’nın ön ayak olmasıyla girmişti. Alın teriyle geçinmeyi ilke edinen, kimsenin parasında pulunda gözü olmayan arkadaşım okuldan çıkar çıkmaz bu restorana koşar ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar orada çalışırdı.


 


Mehmet Emin; fizik, kimya ve matematik alanında bir çoğumuzdan çok daha iyi durumda olmasına rağmen geçim ve ailevi sorunlar yüzünden hakettiği noktaya ne yazık ki bir türlü gelemiyordu. Onun aklı fikri hep geçim sıkıntısında, ailenin içinde bulunduğu zorluklardaydı.


 


Arkadaşım Emin çok erken yaşlarda, yanılmıyorsam daha lise ikinci sınıftayken evlendi. Evlenmesine ilişkin kararın alınmasında sanırım anne ve babasının kararı belirleyici olmuştu. Annesinin bir takım sağlık sorunları vardı ve ailenin yardım konusunda fedakâr bir geline ihtiyacı vardı. Akadaşımın hayatını birleştirdiği kızcağız sanıyorum akrabasıydı ve Siverek’e bir köyden gelin gelmişti. Maddi durumu iyi olmayanlar için düğün dernek rüyaları süsleyen bir hayalden ibaret olduğundan arkadaşım Mehmet Emin sessiz sedasız, herkesten habersiz dünya evine girmişti. Aynı sıraları paylaştığımız halde, hergün birlikte okulla gidip geldiğimiz halde evlendiğini ancak bir zaman sonra öğrenebilmiştim kendisinden.


 


Okulla gittiğimiz birgün utana sıkıla bana evlendiğini söylediğinde şaşırıp kalmıştım. Ne diyeceğimi bilmez halde yüzüne bakıp durmuştum. Bir yanım sevinç bir yanım hüzün kesilmişti. Sonra kendimi toparlamış, boynuna sarılarak arkadaşımı en içten dileklerle tebrik etmiştim.


 


Derken çok geçmeden bir sohbet sırasında ona “ Mehmet Emin uygun bulmanız halinde yarın akşam annemle birlikte size gelmeyi, bir çayınızı içmeyi düşünüyoruz “  dediğimde fazlasiyla memnun kalmıştı. Kimbilir yakın aile çevresi dışında evliliğini tebrik etmek için evlerine gitmek isteyen tek arkadaşı belki de bendim.  “Tamam Xalo, başım gözüm üzerine tabi ki gelebilirsiniz “ dediğinde sevinci gözlerinden okunuyordu.


 


Ertesi akşam annemle birlikte Mehmet Eminlere gitmek için hazırlandik. Ne var ki akşam üzeri köyden beklenmeyen misafirler gelince annemle gidişimiz suya düştü. Bu duruma benden çok annem üzüldü. Fakat yapılacak bir şey yoktu. Eve gelen misafire hizmette kusur etmemek gerekiyordu ve bu da daha çok annemin göreviydi.


 


Akşam karanlığı çöktüğünde elimde küçük bir hediye evden çıktım. Arkadaşımın evi Şair İbrahim Rafet İlkokulunun arka taraflarında çıkmaz bir sokaktaydı. Ölgün sokak lambalarının aydınlattığı dar sokaklardan yürüyerek gideceğim yere vardım. Daha önceleri gidip geldiğim için evin nerde olduğunu biliyordum. Evin kapısına vardığımda akşam karanlığı iyiden iyiye çökmüştü..


 


Yönü doğuya bakan tahta kapının demir tutacağını hafiften tıklattım. Gelişimden haberdar oldukları için kapı çalınır çalınmaz arkadaşım Emin hemen kapıya koştu ve kaşla göz arasında kapıyı açtı bana. Açtığı kapıdan içeri girdim. Mehmet Emin en samimi, en sevecen haliyle beni karşılayıp merhabalaştı. Sonra sağ tarafta bulunan bir kapıyı işaret ederek içeriye buyur etti beni. İşaret edilen kapının önünde elleri birbirine kenetli genç bir bayan bekliyordu. Kapıda duran bu saygılı bayanın arkadaşımın eşi olduğunu anlamakta gecikmedim. Merhabalaşıp hal hatır sordum. İçeriye buyur edildiğimde öncelik konusunda bir süre birbirimizle didiştik. Bütün ısrarlarıma rağmen ne gelini ve ne de arkadaşım Mehmet Emin’i içeriye girmeye ikna edemedim. Tartışmanın fayda getirmeyeceğini görerek önden yürümeye razı oldum. İçeri girip bir köşede duran divana oturdum.


 


Baba Hüseyin Amca, oğlu evlenecek diye bütün olanaklarını zorlayarak ona avlunun bir köşesinde tek gözden ibaret mütevazi bir oda yaptırmıştı. Arkadaşımın eşiyle birlikte yerleştiği bu küçük oda sokak kapısından içeriye girer girmez birkaç adım ilerde sağ tarafta bir yerde duruyordu. Üstü ağaç, tahta ve toprakla örtülen bu küçük odanın ana kapısı güneye bakıyordu. Batıya açılan küçücük bir penceresi vardı. Odanın genişliği on beş- yirmi metre kare ya vardı ya yoktu. Duvara asılan üç numara gaz lambası odayı zar zor aydınlatabiliyordu.


 


Odanın bir köşesine iki kişilik demirden bir karolya, başka bir köşesine ise Siverek ortamında her gelinin rüyasını süsleyen cilalı bir komidin ve oturmak için bir divan yerleştirilmişti. Yere serilen Antep işi çok renkli kilim odanın dekorunu tamamlar gibiydi. Duvar dibine yerleştirilen komidine halkımızın şerbet takımı dediği kırmızı rengin ağır bastığı renga reng bardaklar konulmuştu. Yarım düzine bardağın ortasına konulan yaldızlı surahi göz dolduruyordu. Oturduğumuz divana birkaç yastık konulmuştu. Yastıklar el işi dantellere süslenmişti. Odanın ortasına konulan küçük soba odayının içini ısıtmaya kâfi gelir mi gelmez mi bilinmezdi, fakat arkadaşım Emin ile değerli eşinin yürek sıcaklığı odayı fazlasıyla ısıtıyordu.


 


Aradan çok geçmeden arkadaşımın annesi Kudret Teyze ve iki kızı avlunun diğer ucunda bulunan odadan yanımıza gelerek benimle merhabalaştılar. Onlara annemin selamlarını ve çok istediği halde neden gelemediğini ilettim. Kudret Teze ve kızlarıyla gelin kaynana, gelin görümce edebiyetı üzerinde bol bol laflıyoruz. Gelin kardeşimiz yaptığımız espiriler karşısında başını önüne eğerek en utangaç en saygılı haliyle susmakla yetindi. Arkadaşımın  sıcak aile ortamında duygulanıp mutlu oldum.


 


Anne ve iki kızı kısa bir sohbeten sonra müsaade isteyip karşı tarafa geçti. Anlaşılan bizi başbaşa bırakmak istemişlerdi. Onlar gidince Mehmet Emin ve değerli eşiyle kaldığımız yerden sohbetimize devam ettik. Sohbetin bir yerinde duvardaki gaz lambasına bakarak arkadaşıma  “ Mehmet Emin evinize neden elektrik çekmeyi düşünmediniz? “  diye sordum. M.Emin’in başını önüne eğerek derin bir düşünceye daldı. Yüzüne sinen o derin ifadeyle karşılaşınca soruyu sorduğuma soracağıma bin pişman oldum.


 


Arkadaşımın yüz ve el hareketlerinden meselenin parayla olan ilgisini hemen anladım. Soruyu sorduğum için kendimi suçlu gibi hissettim. Suçluluk duygusundan sıyrılmak ve ruh halimi bertaraf etmek için arkadaşaıma ikinci bir soru sorma gereği duydum.


 


"Bu odaya elektrik çekmek için ne kadar paraya ihtiyaç var?"


 


Mehmet Emin başını kaldırıp yüzüme baktı. Meseleyi nereye getirmek istediğimi anlamak istercesine biraz düşündü ve sonra “ Xalo aslında konuyla ilgili geçenlerde kendimce ufak bir araştırma yaptım. Biliyorsun arkadaşımız Hayrettin Günebakan’ın babası elektirikçidir. İşi olduğunda ara sıra beni yardıma çağırdığı oluyor. Bu yüzden elektirik işinden az buçuk anlıyorum. Gerekli malzemeyi tedarek edebilirsem hat çekme, kablo döşeme ve diğer ufak tefek işleri kendimde haledebilirim. Önemli olan malzemedir. Malzeme için ise aşağı yukarı dört yüz lira civarında para gereklidir. “ diyor.


 


Dörtyüz lira bazıları için belki fazla bir para değildi. Ne var ki günde onbeş, yirmi lira yevmiye ile çalışan birisi için bu parayı denkleştirmek hiçte kolay değildi. Mehmet Emin sohbet konusunu değiştirmek için “ Her neyse Xalo başka şeyler konuşalım “ dese de benim konuyu değiştirmeye hiç de niyetim yoktu. Önce duvardaki gaz lambasına, sonra bir iki haftalık gelinimize ve sonra da arkadaşıma bakarak;


 


"Mehmet Emin yarından tezi yok elektrik malzemesi için harekete geçiyorsun. Para konusunu da dert etme kendine. Bir şekilde haledeceğiz “ diyorum. Arkadaşım büyük bir merak için de tuhaf tuhaf yüzüme bakıyordu, merakını gidermek için:


 


"Dedim ya sonrasını sorun etme kendine, meseleyi şu veya bu şekilde hal edeceğiz “ diyorum ve konuyu kapatıyorum.


 


Çay- kahve, meyve çerez derken sobetimiz gecenin ilerliyen saatlerine kadar devam etti. Konuşmadık konu bırakmadık. İşi tadında bırakmak için arkadaşıma ve eşine kalkacağımı söylüyorum. Kalkmadan önce yanımda getirdiğim küçük hediyemi geline sundum. Hediyemi takdim ederken gelin hanıma ve değerli arkadaşıma yaşam boyu mutlu olmalarını diledim.


 


Gelin kardeşim elinde hediyesi teşekkür üstüne teşekkür etti bana. Önemli olmadığını söyleyerek mutlu olmalarına dair dilek ve temennilerimi yenileyerek eve gitmek üzere ayağı kalktım. Evdekiler beni sokak kapısına kadar geçiriverdiler. Vedalaşmak istediğimde arkadaşım Mehmet Emin eşine  “ Sen içeri gir ben Xalo’yu eve kadar götüreceğim" diyor. "Zahmet etme, gerek yok" dememe rağmen aldığı karardan arkadaşımı vazgeçiremedim. Siverek’te yaşanan kargaşa ortamında gece vakti beni bir başıma eve göndermeye gönlü razı olmamıştı arkadaşımın. Mehmet Emin beni evimizin kapısına kadar getirdi. Arkadaşımın bu ince düşüncesi karşısında kendisine olan sevgi ve hayranlığım bir kat daha artmıştı.


 


Gece yatağıma girdiğimde elektirik çekme konusunda arkadaşıma verdiğim destek sözümü bir kez daha gözden geçirdim. Necmettin Abi’nin zaman zaman elime tutuşturduğu ve bir köşede biriktirdiğim harçlığımı bu iş için kullanacaktım. Başka çare yoktu. Öyle de yapıyorum. Böylesi bir işe el attığım için içim huzurla dolmuştu.


 


Ertesi gün ilk işim verdiğim destek sözünü yerine getirmek oldu. Arkadaşım Emin zaman geçirmeden gerekli malzemeleri biraraya getirerek evine elektrik çekti. Duvardaki gaz lambasının yerini Edison’un insanlık dünyasına sunduğu büyük kazanımı, geceyi gündüze çeviren bir florans lambası aldı. Değerli arkadaşım Emin’ın sıcak aile ortamı artık hep aydınlık kalacaktı.


 


Aradan kırk küsür yıl geçmesine rağmen saygı ve sevgisini yüreğimden hiç eksik etmediğim değerli arkadaşım Mehmet Emin Tuşan seksenlı  yıllarda  göç ettiği Hatay’ın Dörtyol ilçesinde yaşamını sürdürüyor. Uzun yıllar sonra kendisine telefonla ulaştığımda gençlik yıllarından kalma birbirinden değerli anılarımızdan sözederek o yılları yeniden yaşamıştık.


 


Lise yıllarında ekmeğini taştan çıkaran arkadaşım Muzaffer Altıngeyik yaşamla olan kavgasını İzmir, Torbalı’da sürdürüyor şimdi. Otuz beş yıllık uzun bir aradan sonra kendisiyle telefonlaştığımda sesindeki o içtenlik ve samimiyet halen güven veriyordu insana.


 


Terzi kalfası İsmail Geyik ile otuz yıl aradan sonra Almanya’nın Hanover şehrinde bir düğün sırasında tesadüfen karşılaştık. Merhabalaşıp geçmişi yadettik. Kısa bir süre içinde biraraya gelmeyi kararlaştırarak birbirimize telefonlarımızı verdik. Ne var ki aradan çok zaman geçmeden bir gazete ilanından İsmail’in ölüm haberini aldım. Haber karşısında donup kaldım. Gençlik yıllarında birçok yaşıtı gibi güzel hayalleri olan, hayalleri uğruna cezaevi dahil farklı bedeller ödeyen İsmail Geyik, Hanover şehrinde tek başına yaşadığı küçük bir oda da yaşama veda ettiğinde yüreğinde kavuşamadığı günlerin ağır hüznü, özlemi ve kahrı vardı.


 


Ata ecdat toprağı Siverekte yaşamını sürdüren arkadaşım Cebeli Karabülbül kendi halinde bir emekli şimdi. Tam kırk yıl sonra kendisiyle telefonlaştım. Halen bildiğimiz Cebeli. Halen içten ve halen çok samimi. Unutmamak ve unutulmamak! Bütün mesele bu işte...


 


 


Devam edecek...


 


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 1701 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum