Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK-11. BÖLÜM

01 Haziran 2018 - 18:45

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK



11. BÖLÜM


 


El kapılarında kader birliği ettiğim Hasan Kongül, çocukluk arkadaşımdı. Onunla aynı mahallede büyüdük. Evlerimiz birbirine oldukça yakındı. Babası  Salih-é Çavuşan’ın şehre yakın bir mevkide birkaç parça tarlası ve bir de bağı vardı. Ailenin tek geçim kaynağı bu bağ ve tarlalardı. Çok çocuklu aile, buraları ekip biçerek geçimini sağlamaya çalışırdı. Hasan okula gittiği için bağ tarla işlerine pek zamanı olmazdı. Bu işlerle daha çok abisi Ramazan ilgilenirdi. Annesi Yaşar Abla, şefkat ve sevgi dolu mülayim bir kadındı. Gece gündüz demez durmadan çalışır çabalardı. Tek gayesi çoluk çocuğunu elaleme karşı  muhtaç etmemekti.


 


Hasan’la yurtdışına çıkınca ailelerimiz biraz daha yakınlaştı. Birbirlerine daha sık gidip gelmeye başladılar. Annem ve Yaşar Abla kardeş kadar yakınlaştılar birbirine. Sıkışık zamanlarda iş güç konusunda birbirlerine destek oldular. Aralarında akrabalıktan öte bir yakınlık doğdu. İki kadın bu dayanışmadan aldıkları güç ve moralle  bize duydukları özlemi gidermeye çalıştılar. Bizden kaynaklı bu sıcak yakınlığı kalıcı hale getirmek büyüklerimize düştü. Aile büyüklerimiz aralarındaki dostluğu  kirvelikle taçlandırdılar.


 


Hasan’la ilkokuldan liseye kadar devamlı beraberdik. Birçok konuda hep yakın durduk birbirimize. Dost arkadaş  çevremiz, ilgi alanımız aynıydı. Hasan benden bir yıl evvel liseyi bitirmişti. Üniversite sınavında gerekli puanı alamadığından Siverek’te boşta gezen binlerce genç gibi ortada kalmıştı. Bir gün bana  “Kadir be, şu Necmettin Abiye söylesen de beni de yurtdışına çıkarsa” dediğinde, “Tamam, vakti gelsin söylerim” demiştim. Aradan zaman geçip Türkiye’nin genelinde olduğu gibi Siverek’te de işler arapsaçına dönünce Necmettin Abi yurtdışına çıkmamın doğru olacağını söyledi.  Ona “Abi, benim şu Hasan arkadaşı bilirsin. İyi insandır. Ailesinin maddi durumu pek iyi değil. Mümkünse ona yardımcı olalım. Kendisini yurtdışına çıkaralım” dedim. Necmettin Abi yüzüme bakıp “Hasan’ın iyi insan olduğuna kefil oluyor musun?” diye sorunca hiç tereddüt etmeden “Evet olurum” dedim. Bunun üzerine “İyi o zaman. Söyle, hemen hazırlıklara başlasın” dedi. Hasan’a haberi ilettiğimde heyecanlandı ve oldukça sevindi.


 


Günü zamanı geldiğinde Hasan’la birlikte yurtdışına çıktık. Geldiğimiz Hollanda’da uzunca bir süre birbirimizden hiç kopmadık. Buna belki de   cesaret edemedik. Önce Amsterdam’da bir otel odasını paylaştık birlikte. Daha sonra biraz daha rahat hareket ederiz düşüncesiyle, eşini ve çocuklarını Türkiye’ye geri gönderen Kırşehirli bir vatandaşın evine yerleştik. Bize evinin küçük bir odasını kiralayan vatandaşın ismi Mehmet’ti. Cuma günleri namaza giden, akşamları içkisini yudumlayan tuhaf birisiydi. Evinde bizim gibi kirada oturan bir başka vatandaş daha vardı. İsmi Üzeyir’di. Mehmet gibi o da Kırşehirliydi. İkisi bizden on-on beş yaş büyüktü.


 


Üzeyir Amca kendi halinde, ağırbaşlı, çok kibar birisiydi. Bize karşı son derece ölçülü ve saygılıydı. Hollanda’ya okumak için geldiğimizi söylediğimizde “Aman çok iyi, okulunuza dikkat edin, bizim gibi cahil kalmayın” diyerek bizi yüreklendirmeye çalışmıştı. Üzeyir Amca CHP’ye yakın birisiydi.  Bülent Ecevit’e büyük bir hayranlığı ve bağlılığı vardı. Onu anlatarak kendince bize bir şeyler öğretmeye çalışırdı. Kısa  boylu, zayıf, gür saçları kırlaşmış Üzeyir Amca, Türkiye’de olup bitenlerden fazlasıyla rahatsızdı. Ara sıra yanıma gelerek, “Yahu yeğenim, sen okumuş adamsın. Bu memleketin hali ne olacak?” diye sorular sorardı. Ben de dilim döndüğünce kendisine bir şeyler anlatırdım. “Bu gemide hepimiz varız. Batarsa hepimiz zarar göreceğiz” diyen Üzeyir Amca, her gün eve bir gazeteyle döner, son sayfasına kadar okumadan elinden bırakmazdı.


 


Ev sahibimiz Mehmet’in toplumsal sorunlara karşı en ufak bir ilgisi yoktu. Dünya yıkılsa, yan mahallede zelzele olsa, yanıbaşındaki komşunun evi tutuşsa umrunda olmazdı. Düşündüğü tek şey paraydı. Çalışmadan nasıl para kazanılır? Avantadan kazanılan para nasıl değerlendirilir? Konut mu fazla değer kazanır yoksa arsa mı? Sadece bu konulara kafa yorar, kafasında dolaşan kırk tilkiye ayrı ayrı bu soruların yanıtlarını sorup en doğrusunu bulmaya çalışırdı. Sözün özü, onun için “İnsanlıktan nasibini almamış, kültürü kıt, cahil birisiydi” desem yeridir. Mehmet tüm zamanını kahvede arkadaşlarıyla oyun oynayarak geçirirdi. En büyük hayali hastalık bahanesiyle emekliliğe ayrılmaktı. Bu yüzden karşılaştığı her insana “Erken emekliliğin yolu nerden geçer?” diye sorar, aldığı yanıtlar konumuyla uyuşmazsa, “Siz bu konuları bilmiyorsunuz?” derdi.


 


Ev sahibimiz Mehmet, bir gün yine kahvede oyun oynarken arkadaşlarına “İki gün önce evime iki kiracı aldım” demiş. Oyunculardan birisi “Kim bu yeni kiracılar?” diye Mehmet’i sorgu suale tabi tutmuş. O da “Okumak için Hollanda’ya gelen iki genç” deyince kendisini akıllı sanan birisi, “Aman ha dikkat et. Ortalık Kürt ve Ermeni teröristlerden geçilmiyor. Senin bu kiracıların onlardan olabilir ha” diye bir fikir atmış ortaya. Bunun üzerine bizimkinin kafası allak bullak olmuş. İçine bir şüphe düşen Kırşehirli Mehmet’in bize karşı tavrı, o günden sonra büsbütün değişti. Hasan’la beni adeta göz hapsine aldı.


 


Aklına asılan soru işaretlerinden kurtulmak isteyen ev sahibimiz, benim evde olmadığım bir gün Hasan arkadaşı karşısına alıp “Müslümanlık nedir? Şartı kaçtır? Akşam ve sabah namazı kaç rekattır?” türünden   saçma sapan sorularla sınava çekmiş. Yapılan saygısızlığa sinirlenen Hasan, hiç yoktan  sorun çıkmasın diye tepkisini ortaya koyamamış. Akşam eve geldiğimde olup bitenleri bana anlatınca bir tuhaf oldum. Her akşam birasını içen, dinle diyanetle uzaktan yakından ilgisi olmayan cahil birisinin kalkıp Hasan’ı din konusunda sözlüye kaldırması anlaşılacak gibi değildi. Adamın densizliği sinirime dokunmuştu.


 


Akşam yemekten sonra çay içmek için masaya oturduğumuzda ev sahibimiz Mehmet’in karşısına geçerek önce sıradan bir konuyla sohbete girdim. Sonra lafı yavaş yavaş Müslümanlığa getirdim. Müslümanlığın  doğuşundan başlayarak İslamiyetin ne olduğunu, ne olmadığını ona bir güzel izah ettim. İzah etmekle kalmayıp bilmediğinden emin olduğum konularla ilgili kendisine birkaç soru yönelterek onu zor duruma soktum. Mehmet’le olan sohbetimizi can kulağıyla dinleyen Üzeyir Amca, sorduğum sorular karşısında zora düşen hemşerisinin içler acısı halini  görünce dayanamadı, lafa girdi: “Lan oğlum Mehmet, sen kim dini konularda ahkam kesmek kim!  Sana kaç kere bu tür konulara girme, biranı iç otur oturduğun yerde, dedim. Ama sen hala bilmediğin konularda şuna buna ders vermeye kalkışıyorsun. Beni dinlemezsen işte böyle rezil olursun!” deyince bizim Mehmet pancar gibi kızardı, başını öne eğdi.  Mehmet’i teselli etmek yine bana kaldı.


 


O günden sonra evin içinde huzur adına bir şey kalmadı. İşin tadı tuzu tamamen kaçtı. Mehmet’in çirkin hareketlerinden, kaba sözlerinden çok rahatsızdık. Hasan kendisine yapılan hakareti içine sindiremediğinden Mehmet’in yüzüne bile bakmak istemiyordu. Ben zorunlu kalmadıkça merhaba demiyordum. Aslına bakarsak ev sahibi Mehmet de bizden pek hoşnut değildi. Din konusunda hemşerisi Üzeyir Amcanın yanında kendisini yedi kat yerin dibine soktuğum için bana içerlemişti. Gururunu yaralayan o malum sohbet ona fazlasıyla dokunmuştu. Bizi bir an önce evden çıkarmak için bahane peşinde koştuğu belliydi. Adamın niyetini az çok tahmin ettiğim için herhangi bir olumsuzluğa meydan vermemek adına “en iyisi biz başımızın çaresine bakalım” diyerek eşten dosttan yeni bir oda için yardım istedik.


 


Hasan arkadaş gazete ilanlarından, ben de dostlarımız kanalıyla  başımızı sokacak bir oda ararken ev sahibi bizi sepetlemek için son derece tehlikeli ve çirkin bir provokasyon peşinde koşuyordu. Bir gün akşam üzeri Hasan’la yorgun argın okuldan eve dönmüştük. Yemeğimizi yedikten sonra masaya geçerek ödevimizi yapmaya başladık. Çok geçmeden kapı çalındı. Gelen Mehmet’in yakın bir arkadaşıydı. Onu sık sık görürdük. Özellikle hafta sonları eve gelir, Mehmet’le karşılıklı içki içerlerdi. Adamın içeriye girişi, kin ve husumet  dolu gözleriyle bize doğru bir bakış fırlatması işin içinde bir iş olduğunu ortaya koymaya yetiyordu. Oturur oturmaz başladı abuk sabuk şeyler anlatmaya. Adamın kişiliğine yabancı olmadığımız için söylediklerini fazla ciddiye almak istemedik.


 


 


Devam edecek...


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2176 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum