Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 15.BÖLÜM

14 Mayıs 2016 - 14:16

YEĞENİM İBRAHİM


15.BÖLÜM


 


Değerli Yeğenim,


 


Çocukluğumuzda köyün yukarısında tam sol köşede birbirine yakın iki ev vardı. Şimdi onlardan geriye sadece birkaç yıkık duvar kalmış. Bu evlerden birisi Xal Osman-é Elan’ın diğeri ise Şilanlı Ap MIHO’ya aitti. Huy ve  karakterleri birbirine çok benzeyen bu iki insan birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı. Yedikleri içtikleri ayrı gitmezdi. Bu yüzdende birbirine yakın oturmaya karar vermişlerdi. Ap MIHO’nın kaldığı evde daha önceleri Bahserli CIMé Paşay oturuyordu. O, Siverek’e taşınınca boşalan bu eve Ap Mıho yerleşmişti.


 


Xal Osman Güliş yengemin amcasının oğluydu. Mustafa amcamın çocukları ona “Xalo” dedikleri için köydeki gençler ve çocuklar ona “Xal Osman” diyordu. Xal Osman diğer bütün akrabaları gibi kuru ve esmer birisiydi. Taştan, topraktan yapılmış bir evi vardı. Ev köyün en yüksek noktasına bir kayalığın üzerine kondurulmuştu. Evin çok güzel bir manzarası vardı. İlkbahar ve kış aylarında,     -özellikle de yağmurlu havalarda- köyün karşı tarafında bulunan bağları ve tepeleri seyretmek insana büyük keyif verirdi. Köyün önünden akan ve Fırat’a doğru yol alan Karahan Çayı kabardı mı, suları Ada Gölü’nün ortasında bulunan Nişan Taşı’nın üstünden taştı mı Xal Osman’ın evinden çevreyi seyredenler kendini rüyadaymış gibi görürdü. Dünya işlerini kendine dert etmeyen Xal Osman bu evde oturduğu için kendisini bizim köyün padişahı gibi görürdü. Son derece rahat birisiydi. En zor ve en sıkıntılı anlarda bile insanları kahkahaya boğacak bir iki söz mutlaka bulurdu. Ona ait olduğuna inanılan söz ve fıkraları derlememiz halinde Nasrettin Hoca’yı bile geride bırakır diye düşünüyorum.


 


Xal Osman ile Ap Mıho’nın evi arasında sadece birkaç metrelik bir mesafe vardı. Eşleri ve çocukları birbirleriyle çok iyi anlaşıyorlardı. Her gün, her an birbirlerine rahatlıkla gidip gelebiliyorlardı. Bu yakın dostluktan dolayı daha sonra ki yıllarda birbirine  dünür olmuşlardı. Xal Osman’ın oğlu Celal Ap Mıho’nın kızıyla evlenmişti.


 


Köyün renkli simaları olan bu iki insanın birçok alanda birbirinden gelişkin birçok yetenekleri vardı. Her ikisi çok iyi taklit yapardı. Yan yana geldiklerinde anlattıkları meseleler ve yaptıkları türlü türlü taklitlerle insanları gülmekten kırarlardı. İkisi de güzel Kürtçe türküler söylerdi. Anlatıkları meselerin ve söyledikleri türkülerin ardı arkası gelmezdi. Xal Osman’ın Ap Mıho’ya göre bazı ekstraları da vardı. Mesela çok küfürbaz birisiydi. Ağzından çıkan üç kelimenin ikisi mutlaka küfürlüydü. Kadın demez, çocuk demez herkesin yanında belden aşağı küfürler savururdu. Onun bu bol küfürlü konuşmalarına  alışık olan köylüler onu bu haliyle  seviyorlardı.


 


Xal Osman hafiften kekemeydi. Birisiyle konuştuğunda gözlerini kapatır öyle konuşurdu. Ne var ki türkü söylemeye başladığında bu kekemeliğinden eser kalmazdı. Otomatiğe bağlanmış otomatik tüfek gibi türküyü baştan sona okur ve herkesi kendine hayran bırakırdı. Konuşma esnasında ağzının kenarında hafiften bir köpük oluşurdu. Bazen Ap Mıho ve Xal Osman farklı  zamanlarda ve değişik mekânlarda dünyaya gelmiş olsaydılar kesinlikle ya çok iyi bir tiyatro oyuncusu, ya tanınmış bir sinema sanatçısı veya daha çok ünlü birer roman yazarı olacaklardı,diyorum.


 


Her ikisinin ruhunda ve karekterinde olağanüstü bir oyunculuk yeteneği vardı. İstedikleri zaman herhangi birisi için anında bir senaryo hazırlar ve onu kaşla göz arasında sahneye koyarlardı. Hiç olmamış, hiç yaşanmamış bir olayı öylesine içten ve öylesine gerçekçi bir şekilde anlatırlardı ki onları dinleyenler onların söylediklerine o kadar inanırdı ki meselenin düzmece olabileceğini akıllarından bile geçiremezlerdi. Kısacası Xal Osman ile Ap Miho’nın hazır olduğu her yerde eğlence ve şamata vardı. Xal Osman ile Mıho’nın rol aldıkları ve insanı güldürmekten kırdığı öylesi bir mesel var ki onu burada dile getirmeden edemeyeceğim:


 


Yakın akrabalarımızın kaldığı Xanxıraba  Köyü’nde Xal Osman’ın  bir baldızı yaşıyordu. İsmi HOR’dı. Hor  Xalosanlardan  rahmetli  Xal Ayyıb’ın eşi idi. Sefer isminde bir oğlu vardı. Herkes ona “Seferé Hor “diyordu. Sefer ufak tefek, kısa boylu kendi halinde birisiydi. Ekranları gibi o da geçimini hayvancılıkla sağlıyordu. Bu işi fazla sevdiği söylenemezdi. Bütün uğraşlarına rağmen garibin iki yakası bir türlü bir araya gelmiyordu. Ama gene de çabalamak zorundaydı. Sefer bir yandan geçim sıkıntısıyla uğraşırken diğer taraftan kapısına dayanan askerlik sorunuyla boğuşuyordu. Sefer askere  gitmek istemiyordu. Bu yüzden başı gerçek anlamda beladaydı. Askerlikten Azrail’den korkar gibi korkuyordu. Askerden söz açıldı mı korkudan feleği şaşıyordu. Birisi yanında askerlik anılarından söz etmeye görsün fukaranın dünyası altüst oluyordu. Asker ocağına gitmektense ölmeyi tercih ediyordu. Fakat ne var ki devlet baba onun peşini bırakacak gibi görünmüyordu. Karakolda görev yapan jandarma çavuşu köyümüzün muhtarını, muhtar da Seferi askere gitsin diye habire sıkıştırıyordu.


 


Büyüklerin yaptığı bütün olumlu telkinler ve yürütükleri bütün ikna çabaları Sefer’in askerliğe karşı olan korkusunu yenmeye kâfi gelmiyordu. O “Gitmem!“ diyor başka bir şey demiyordu. Askerlikten muaf tutulmak için çalmadığı kapı, başvurmadığı torpil bırakmamıştı. Başta kısa boyu olmak üzere ileri sürdüğü bütün gerekçeler ilgili makamlarca ciddiye alınmamıştı.


O askere gitmezse devletin ordusu asker sıkıntısı çekecekmiş gibi herkes onu askere göndermek için seferber olmuştu.


 


Sefer’ın başvurduğu gerekçelerin hiçbirisi bir işe yaramayınca kendince başka çareler aramış. Sonunda kimsenin aklına gelmeyen çok ilginç bir çare bulmuş.  Askerlik belasından kurtulurum diye birgün kalkıp kocaman bir iğne yutmuş. Bazıları onun bir değil bir avuç dolusu toplu iğne yuttuğunu söylerdi. Başvurduğu bu tehlikeli girişim bırakalım onu askerlikten kurtarmayi az daha hayatına mal olacakmış.


 


Başvuracağı çareler tükenince Sefer’in uykuları kaçmış. Muhtar ve karakol komutanı baskıyı yoğunlaştırınca Sefer’in bütün yaşamı altüst olmuş. Kendi evinde rahat bir uyku çekmeye hasret kalmış. Köydeki yakın akrabalar onu ikna etmek için gece gündüz durmadan dil dökmüşler. Bir müddet sonra Sefer “bu işin sonu yok, devletten kaçınılmaz!“ diyerek gönülsüz de olsa askere gitmeye razı olmuş. Siverek’te bulunan askerlik şubesine giderek birkaç gün içinde bütün işlemlerini tamamlamış. Yakın akrabalar “âdet böyle “ diyerek Sefer’ın cebine birkaç kuruş harçlık koyarak onu nasihat ve temenniler eşliğinde askerliğe yolculamışlar. Fakat gel gör ki Sefer daha yarı yolda iken fikrini değiştirmiş ve ilk mola yerinden deyim yerindeyse firar etmiş. Başka bir otobüse atlayarak Siverek’in yolunu tutmuş.


 


Sefer’in firar haberi kısa süre içinde çevrede duyulmuş. Jandarmanın vakit yetirmeden köye baskın düzenleyeceğini bilen Sefer kendi evinde kalmayı mantıklı bulmamış. Bunun yerine birkaç günlüğüne bizim köyde yaşayan teyzesinin yanına, yani Xal Osman’ın evine gitmeyi daha doğru bulmuş. “Kimse beni görmesin“ diyerek akşam karanlığı çökene kadar köye yakın bir yerde saklanmış. Hava kararınca bulunduğu yerden kalkarak usulca teyzesinin evine damlamış. Teyzesi Emine onu saçı sakalı birbirine karışmış halde kapıda görünce az daha bayılacakmış.Yeğeninin boynuna sarılarak başlamış ağlamaya. Günlük koşuşturmalardan yorgun düşen ve bir köşede büzülen çocuklar teyze oğlu Sefer’in geldiğini görünce hemen ayaklanarak onun çevresinde halka oluşturmuşlar.


 


Sefer’ın firarına öfkelenen ve buna akıl sır erdirmeyen Xal Osman sinirden küplere binmiş. Bildiği ne kadar küfür varsa hepsini bir bir sıralayarak Sefer’in üstüne yürümüş. Teyzesi Emine yeğeni için çok üzülmüş. Onu korumak için eşinin karşısına dikilerek çocuğu rahat bırakmasını istemiş. Xal Osman mecbur kalmış ve bir miktar yelkenleri suya indirmiş. Emine yenge yolda ıslanan yeğeni Sefer’i sobaya yakın bir yere oturtturarak sobayı tezekle beslemiş. Süt döken kedi pozisyonunda olan fukara Sefer ellerini sobaya uzatarak sessiz sedasız ısınmaya çalışmış. Öfkesi dinmeyen Xal Osman Sefer’in etrafında dönerek bildik küfürleri sıralamaya devam etmiş. Emine yenge çay demlemek için harıl harıl yanan sobanın üstüne is ve dumandan kararmış kocaman çaydanlığı yerleştirmiş. Küfür rezervesi biten Xal Osman sonunda Sefer’e yakın bir yerde yere çömelerek biraz olsun soluklanmış.


 


Sobanın üstüne konulan çaydanlık çok geçmeden başlamış fokur fokur kaynamaya. Emine yenge zaman geçirmeden çayı demlemiş. Yağmura yakalanan ve iliklerine kadar ıslanan Sefer kaçak çaydan bir iki bardak içince kendine gelmiş. Emine yenge yemek için birşeyler hazırlamaya koyulurken Xal Osman yanı başında oturan Sefer’e yeniden çıkışarak:  “La haydi kalk sofra kurulmadan önce bir güzel tıraş ol. Bu halinle canavarlara dönmüşsün. Bak çocuklar korkudan yanına yaklaşmaya cesaret edemiyorlar “diyor. Çocuklardan birisi yerinden fırlayarak duvarda bulunan küçük dolaptan babalarına ait eski bir jilet ve yarısından fazlası kullanılmış bir kalıp yeşil arap sabununu teyze oğluna  getirirken bir diğeri yan bölmeye koşarak oradan içi su dolu ibriği ve küçük  leğeni getirmiş.


Çocuklardan birisi Sefer’ın eline su döküyor… Asker kaçağı Sefer birkaç günlük sakalını bir güzel sabunlamış. Bunu yaparken birazdan başına geleceklerden habersiz içinden ‘Bu arap sabunu ama da iyi köpürüyor ha’ diye  seviniyormuş.


 


Devam edecek


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 


 


 


 


 

Bu yazı 1547 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum