AMCAM MUSTAFA 7.BÖLÜM
100 YILLIK TARİH...
Amcam Mustafa gerçek anlamda, katısız bir sanatçı olarak doğmuştu. O, doğduğunda bir sanatçı da olması gereken bütün özel yetenekleri yanına alarak bu dünyaya gelmişti. Amcam müziği, müzik enstrümanlarını ve folklorü fazlasiyla seviyordu. Sanata duyduğu bu ince ilgi ve bu konuda sahip olduğu özel yetenekler onun insancıl kişiliğinin biçimlenmesinde de çok önemli bir rol oynamıştı.Amcamın öz Dayısı Paşa-yı Mıllâ Ali köyün ileri geleni ve Karahan Aşiretinin Reisi durumunda idi. Silahına ve bileğine güvenen Paşanın silah kullanma konusundaki becerisi ve ustalığı bütün bölgede dilden dile dolaşıyordu. İki yüz metre uzaktan, gözü kapalı balta deliğinden kurşun geçirmek Onun için sıradan bir işti. Beş yüz metreden cep aynasını ortasından vurmak onun için çocuk oyuncağısayılırdı. Çermikten-Viranşehire, FırattanKaracadağ eteklerine kadar uzanan geniş bir coğrafyada namı yürümüş olan Paşa-ı Mıllâ Alinin odasında her gün onlarca misafir ağırlanıyordu. Gelengiden misafirlerin oda hizmetini Eyo-yıKarahaci yapıyordu. Paşanın ayni zamanda kahvecisi olan Eyo-yı Karahaci bir zamanlar Viranşehirde İbrahim Paşanın yakın korumalığını yapmış, İbrahim Paşa-yıMillinin devlet tarafından tasfiye edilmesinden sonra Paşa-yı Mıllâ Alinın yanına yerleşmişti. Paşanın evine bazen yörenin en meşhur Dengbejleri gelirdi. Denkbejler geldiğinde başta köyün yaşlıları olmak üzere kadın erkek bütün herkes akşamdan Paşanın odasına koşardı. Dengbejler akşamın ilk saatlerinden başlayarak gece yarısına kadar Kürtçe türküler söylerdi. Çocukların bu gecelere gitmeleri adetten olmadığı halde, Mustafa Amcamın Kürtçe türkülere olan merakını bilen dayısı, Paşa-yı Mıllâ Alinin ona bir nevi ayrıcalık tanıyarak onun odaya gelmesine müsaade ediyordu. Paşa-yı Mıllâ Alinin yakın dostu olan dengbéj Mıho RIHANEKin üç gün, üç gece üst üste söylediği ve dördüncü günün akşamında gece yarısına doğru ancak bitirdiği uzun iki Kürtçe destanı vardı. Bunlardan birisi Mem-u Zin diğeri ise Sıyebent ile Xece idi. Her iki destanda da aşk, sevda ve kahramanlık olgusu işleniyordu. Normalde kadınların erkeklerle birlikte aynı mekânda türkü dinlemesi dince caiz olmadığı halde Mıho RIHANEKin söylediği Mem-u Zin ve Sıyebent ile Xece hikâyesinde muradına ermemişlerin acıklı dramı hikâye edildiğinden, bu tür destanları dinlemek sünneten sayılır ve dolayısıyla haremlikselamlık meselesi birkaç gece için de olsa, rafa kaldırılıyordu. Dengbéj Mıhoyı dinlemeye gelenler kendilerini türküde anlatılan acıklı hikâyeye kaptırarak adeta kendilerinden geçerlerdi. Erkekler gözleri kapalı derin hayallere dalarak Mem-u Zin için yürekten hayıflanırken, kadınlar ellerinde mendil Sıyebent ile Xece için gizliden gizliye gözyaşıdökerlerdi. Babası Halil-i Nofelin dizi dibinde oturan Mustafa Amcam Dengbéj Mıhonun ağzından çıkan her kelimeyi büyük bir dikkatle beynine not ederdi. Gün boyu çalışmaktan yorgun düşen kimi köylüler zaman zaman uyuklasada Mustafa Amcam gece boyu bir defa olsun gözlerini kırpmazdı. Amcamın dengbéjlere olan bu merakı dayısı Paşa-yı Mıllâ Aliyi fazlasıyla memnun ediyordu ve dolayısıyla yeğeni Mustafayı diğer yeğenlerine göre çok daha fazla seviyordu. Sivereke yakın Qurdek köyünde oturan ve aynı zamanda Paşa-yı Mıllâ Alinin dostu ve kirvesi olan dengbéj Mıho Rıhanek gelişinin dördüncü günü köyden ayrıldığında Paşa-yı Mıllâ Ali, Mıhoyu paha biçilmez değerli hediyelerle uğurlardı.
Paşa-yı Mıllâ Alinin Ruşisimli güzel mi güzel asil bir atı varmış. Bu atın kendisine Mıho Rıhanek tarafından kirvelik hediyesi olarak verildiği söyleniyordu. Yere göğe sığmayan bu değerli at uzun yıllar Paşanın kapısında el üstünde tutulmuştu. Daha sonraları Paşa-yıMıllâ Ali, Çermik yöresinde, DERé_ZERé köyünde oturan Ahmet isimli birisinden büyük paralar karşılığında daha iyi bir at satın alınca Ruşın pabucu dama atılmıştı. Paşa-yı Mıllâ Alinin satın aldığı bu yeni atın ismi Ubeydi. Tırnağından kulak memelerine kadar süt beyaz olan bu at kanatları olsa uçacakmış. Keklik ve tavşan avına meraklı olan Paşa-yı Mıllâ Ali bu at sayesinde kaçan tavşanıyerden sağ olarak kaldırıyormuş. Paşanın altında arka ayakları üzerine şaha kalkan bu atın şan ve şöhreti Harrana kadar yayılmıştı. Paşa-yı Mıllâ Ali bu atı öz evladı kadar seviyordu. Köyün kuzeyinde bulunan KIR diyarında yılda birkaç defa düzenlenen at yarışlarında Ubey her defasında yarışların tümünü büyük bir farkla kazanıyormuş. Civar köylerden onlarca atın katıldığı bu yarışlarda hiçbir at Ubeyin hızına erişemiyormuş. Ubeyin bu olağanüstü mükemmelliğine rağmen ne yazık ki ufak bir kusuru vardı. Ubey beş-altı yaşına bastığı halde ne var ki bir türlü doğuramıyordu. Paşa-yı Mıllâ Ali çok istediği halde ondan soylu ve asil bir tay elde edemiyordu. Bu durum Ona büyük üzüntü veriyordu. Dost ve arkadaş sohbetlerinde Paşanın sık sık söylediği bir söz; bu attan bir tay edinmek için ne kadar istekli olduğunu ortaya koyuyordu. Yakınlarına Ölmeden önce bu atın doğurduğunu ve bana bir tay verdiğini görürsem gözlerim açık kalmayacak dediğini göz önünde bulundurursak, onun bu hayvana ne kadar değer verdiğini anlamış oluruz.
Paşa-yı Mıllâ Ali 1934 yılında yaşanan bir çatışmada yaşamını yitirdiğinde bu atın Paşanın ölümünden duyduğu üzüntüden dolayı kendisini nasıl paraladığını yaşlılar uzun yıllar anlatıp durmuştu. Anlatılanlara göre Paşanın ölümüyle sahipsiz kalan at duyduğu üzüntüden dolayıadeta deliye dönmüştü. Paşanın öldürüldüğü günlerde köyün etrafında dörtnala koşan, durmadan kişneyen ve hiç kimseyi kendine yaklaştırmayan bu atın hazin durumu karşısında herkes adeta taş kesilmişti. Paşanın defnedileceği gün, güngörmüş,devran geçirmiş yaşlı bir ihtiyar Bana Paşanın elbiselerini getirin bu atı ancak öyle yakalayabilirim demiş. Köylüler yaşlı adamın söylediklerini yerine getirmişler. Yaşlı adam Paşanın elbiselerini eline alarak ata yaklaşmış. Paşanın kokusunu alan at doğruca adama yaklaşmış. Yaşlı adama yaklaşan at adamın elindeki elbiseleri büyük bir hüzünle koklamış. Bu arada yaşlı adam atıyularından yakalamış. Cenazenin kaldırılacağı gün ata; her yerinden püsküller sarkan Halep işi işlemeli ve çok değerli bir eyer vurulmuş. Eyerin üstüne Paşanın en çok sevdiği ve severek giydiği Halep işi değerli abası yerleştirilmiş. Öldürüldüğü gün üstünde olan kanlı elbiseleri ve uzun çizmeleri eyerin bir yerine asılmış. Sağlığında sevdalandığı ve elinden hiç düşürmediği silahı, belinde gururla taşıdığı ceylan derisinden fişekliği. (REXT) birbirinden değerli birçok tespihi ve elinden düşürmediği heziranını abanın üstüne özenle bırakmışlar. Kırk gün önce şatafatlıbir düğünle Sivereke gelin giden büyük kızı Şefikanın baba sevgisi uğruna kökünden makasladığı uzun ve örgülü saçları abanın iki yanına iliştirilmişti. Paşanın dünyalar kadar değer verdiği küheylan atı Ubey, cenaze alayının önüne geçirilmişti. Atın yularını köyün yaşlılarından Mehmed-i SIMi çekiyordu. Atın birkaç adım gerisinden elinde Kuran-ı Kerim. Pasanın amcazadesi Mılla Zülfükar Karahan yürümüş. Onun hemen arkasından Bekir-i Topalan ve Ahmed-i Ap Vısi yürümüş. Bekir-i Topalan Paşanın büyük kızı Şefika nın kayınpederi idi. Siverekte yaşayan birkaç varlıklı insandan biri olan Bekir-i Topalanın Hilvan yöresinde iki verimli köyü vardı. Ahmed-i Ap vısi, Paşanın amcazadelerinden birisi olup bir dönem Karakeçi bölgesinde, şekerli köyünde yaşadığı için kendisine Ahmed-i Şekerli diye hitap ediliyordu. Paşanın cenazesini yıkayan ve biraz sonra telkinini okuyacak Molla Zülfükar Karahan, büyük din âlimiydi. Bölgede yaşayan insanlar bu özeliğinden dolayı Ona büyük saygıgösteriyordu. Daha sonra Haca giden ve Hacda vefat edecek olan Molla Zülfükar Karahan, Prof. Dr. Abdulkadir Karahannın babası idi. Hicazda ölmesiyle Allah ve kul katında daha da ünlenecek olan bu zatın arkasından Paşanın tabutunu taşıyanlar yürümüş. Cenazenin arkasından yürüyen insanların sayısı belirsizdi. Bölgenin dört bir yanından gelen tanınmış aşiret reisleri Paşanın arkasından yürüyerek onun mert, yiğit ve cesur duruşuyla ilgili birbirlerine mazide kalmış ilginç anılar aktarıyorlardı...
Cenazenin arkasından yürüyenler arasında, Gürüz köyünden Mahmo-i Kewan, Kırvar Aşiret Reisi Hüseyn-i Xıdır-i, Odabaşılardan Mahmut Efendi, Paşanın yakın akrabalarından, Sefer-i Huskoy, Mehmed-i Hamid-i, Lobıt-i Hec Osman-i, İsmail-i Topal-i, Siverekteki yakın akrabalardan, Heci Mehmed, Seyhmus Efendi ve o dönemde daha çok genç olan Hasan Karahan, Mehmed-i Şeho, Ahmet-i Şeho gibi önemli şahsiyetler vardı.
Küçük bir tepenin yamacına kurulan DAR-A ŞAHNA mezarlığı Paşaya ev sahipliği yapmaya hazırlanıyordu. Paşanın Anne-babasını ve birçok yakın akrabasını koynunda uyutan DARA-ŞAHNA Mezarlığıbu defa koynunda Paşaya yer açıyordu. Son görev için bir araya gelen insan kalabalığı TOP yoluna saptığında, Molla Zülfükarın yönlendirmesiyle cemaat tekbir ve selavatlarla ortalığı mahşer yerine çeviriyor. Top yolu ve DARA-ŞAHNA Mezarlığı tarih boyunca birçok insanın ölümüne tanıklık etmişti. Fakat kalabalığın böylesini hiçbir zaman görmemişti. Mezarlığın önünden geçen tarihi TOP yolunun geçmişi oldukça eski idi. Anlatılanlara bakılırsa, bu eski yol yaklaşık dörtyüz yıl kadar önce 4. Murad Döneminde yapılmıştı. Sefavilerle yürütülen kanlı savaşlar sırasında, asker ve askeri malzeme sevkiyatı bu yoldan sınıra ulaşıyormuş. Üstünden ağır topların yürütüldüğü bu tarihi yol, bölgedeTop Yolu olarak biliniyordu. Güneyden kuzeye doğru uzanan bu yol üzerinde zamanında taştan yapılma birçok taş köprü varmış. Mezarlığın iki-üç km. güneyinde bulunan ve yakın akrabalarımızın oturduğu Hanhıraba köyünün önünden geçen çayın üzerinde zamanında bir köprü varmış. Bu taş köprünün günümüze kadar ulaşan kalıntılarına bakılırsa, bu yolun askeri sevkiyatlar için ne kadar önemli olduğu kendiliğinden anlaşılacaktır. Köprünün az ilerisinde yine aynıtarihlerde yapılmiş eski bir Han vardır. Yaşlıların alatımlarına bakılırsa HANHIRABA köyü ismini bu eski handan alıyordu. Cepheye giden askerlerin konaklaması için kara taşlardan yapılmış bu büyük hanın izlerine günümüzde de rastlanmak halen mümkündür.
Top yolundan ilerliyen insan kalabalığı sonunda mezarlığa ulaşıyor. Paşanın mezarı; tepeye yakın bir yerde, yıllar önce ölen babası Mıllâ Alinin bitişiğinde kazılmıştı. Paşa ağıtlar eşliğinde toprağa verilirken tekbir ve selavat sesleri bir an olsun dinmemişti. Paşanın telkinini Molla Zülfükar okumuştu. Defin işlemi bitip herkes mezarlıktan ayrılırken Paşanın çok önem verdiği atı mezarlık çevresinde dolanıp durmuştu. Atın mezarlık çevresinde sergilediği üzgün hareketler orda bulunan insanları dinden-imandan etmişti. Ubey mezarlık çevresinden bir türlü ayrılmak istemiyormuş. Paşa toprağa verildikten ve herkes evlerine döndükten sonra at tekrar huysuzlanmıştı. Köyün etrafında günlerce deli-dizgin amaçsız bir şekilde dolanan at, köyde oturanlarda rahat-huzur yüzü bırakmamıştı. Atıyakalamak isteyen en usta at bakıcıları bile çaresiz kalmıştı. İnsanların bütün çabaları sonuç vermemiş ve at hiç bir Allahın kulunu kendisine yaklaştırmamıştı. En sonunda at kendisini dağ- bayır kırlara vurmuş. Uzun zaman köye uğramayan UBEYin durumu ilk başlarda biraz merak edilse de daha sonra köylüler onu büsbütün unutmuş. Köyün çobanları onu kimi zaman kâh köyün kuzeyinde kâh köyün güneyinde ve daha çokta Paşanın vurulduğu XELEFAN bölgesinde tek başına otlarken görüyorlarmış. Aradan uzunca bir zaman geçtikten sonra Paşanın yadigârı olan Ubey atı arkasında bir-iki aylık alımlı bir tayla Paşanın kapısına dayanmış. Paşanın sağlığında bir türlü gerçeklemeyen rüyası onun ölümünden sonra en nihayetinde gerçekleşmişti. Onun öz evladı kadar sevdiği UBEY atı kendisi gibi asil bir tay dünyaya getirmeye muvafak olmuştu. Derken aradan çok geçmeden bu asil atın dizi dibinde hayra alamet olmayan çok kötü bir yara çıkmış. Hiç bir ilacın kar etmediği bu amansız yara zamanla atın ayağınıyukarıdan aşağıya kadar bütünüyle sarmalamış. Yara bere içinde kalan at, kadir-kıymet bilmezlerin ilgisizliğine ve merhametsizliğine terk edilmiş. Paşa-yı Mıllâ Alininşeker-lokum ve kuru üzümle beslediği bu soylu atın yüzüne kimsecikler bakmaz olmuş. İnsanoğlunun nankörlüğüne üzülen bu at almış başını kimselerın uğramadığı tenha bir köşeye çekilmiş. Bakımsızlıktan bir deri bir kemik kalan Ubey, ölümün yaklaştığını hissederek kendisini büyük bir kayanın gölgesine emanet etmiş. Uzandığı yerde büyük bir acı içinde son nefesini vermeye hazırlanan Ubeyın yaşla dolan gözleri Paşa-yı Mıllâ Alinin kurşunlara hedef olduğu Xelefan bölgesine doğru kaymıştı. Ubey yaşama veda ederken Paşanın yakınları Ubeyden geriye kalan genç tayı geleceğe hazırlamaya çalışıyorlardı.
Devam edecek...
Kadir Büyükkaya
FACEBOOK YORUMLAR