KONUK YAZAR

KONUK YAZAR

[email protected]

SİVEREK ŞEHİR GENÇLERİ

26 Eylül 2008 - 21:00

Büyük oğlum Baver'in bilgisayar bilgisini iyi bulmuş öğretmeni, okulda ona 'sen yapabilirsin' diye 'web'te bilgi paylaşmaya dayalı bir site oluştur' demiş...Ödev olarak... o da yapmış, baktım.. gayet de güzel olmuş, adını da, www.siverekce.com koymuş, bu daha da hoşuma gitti , ne de olsa sunumu kolej çocuklarına yapacak, kolej çocuklarının Sivereği bilmesi, tanıması fikri daha da hoşuma gitti ...Siverekle ilişkin her olumlu girişim bende heyecan uyandırır, hele bilgi, teknoloji ve eğitim üzerine ise, daha da sevinirim... Her neyse, delikanlı oğlum, sitenin taslağını bitirmiş, yazarlar bölümünü oluşturmuş, nerde mürekkep yalamış amcası, dayısı, kuzeni varsa dahil etmiş yazar bölümüne, onların mürekkep yalamış olduğuna gövenmiş amma... kimse oğluma yazı göndermemiş, Doktor Muhsin; kimsenin kucağına gitmeyen pis, ahlaksız kızı (!) Asmin'le uğraşmaktan, Yaşar tembellikten, Yakup bilgilerini kaleme dökememekten, Taylan evlilik hazırlığından, Doktor Sevcan, hasta yoğunluğundan -herhalde-, dayıları kariyer peşinde koşmalarından olsa gerek ona :' yaptığı çalışmanın çok güzel olduğunu söylemişler' takdir etmişler, amma... yazarlık vazifesini yapmamışlar, o da hepsini silmiş yazar kısmından... Oğlum dedim.. senin ne işin var çapulcu tayfasıyla!..onlar ne anlar yazı yazmaktan!.. Yanlış adamlardan istemişsin!...Hakkari'nin Yılmaz ERDOĞAN'ı kadar yetenekli Muzaffer'imiz var (Muzaffer BAYRAM) ondan iste, Hakan'ımız var ondan iste, en önemlisi ve doğrusu Siverek Gençlik sitesi yazarlarından Rıfat MERTOĞLU, Zübeyir YETİK, emektar gazeteci Şükrü DOLAŞ, yeni 'emektar gazeteci' adayı Ramazan BENZER'den iste... Onlarda göndermezse...gel ben yazayım dedim. ...'Başından savıyorsun baba!..' diyince, istediğini yerine getirmeye karar verdim....Yazmak kolay olsaydı, oğlumun 'Yazar' dediği, düşündüğü, mürekkebi yalamış bu genç ordusu yazarlığı bana bırakmazdı herhalde...demek ki çok zor ... Bizde roman gibi yaşanmış bir hayat olmadığına göre, ben de çevremdeki renkli kişileri yazmaya çalışacağım... ...Herşeyde kızacak birşeyler bulan, Ap Mehmut'u mu yazsam... yoksa... Onunla  paylaştıkça anımsadığım rahmetli Ahmet KAYA'nın 'Ortayolcu devrimci' Ap Sefer'i mi yazsam... ...En son görüşmemizi hayal ettim Ap Mehmut ile...Amcam olur kendisi, uzun bir aradan sonra Siverek'te ilk karşılaşmamız... Heyecanla, özlemle elini öpmeye yöneldim, elini çekti, yüzüme baktı...'la oğlım, kafirler gibi sakal bırakmayın!...adam olun adam, namazınızı kılın, müslümanları takip edin,!... dedi ve  hızlı bir şekilde yüzünü döndü, bir iki adım attı...sonra tekrar bana döndü...ses tonunu düşürdü.. yüzünde gülümseme belirdi ve : 'Nasılsın, iyimisin, çocuklar iyimi?..' diye sordu...cevabımı beklemeden de, hızlı bir şekilde yanımdan uzaklaştı.. Donakaldım... yapısını bildiğim halde, yine de şaşırmıştım davranışına... Aslında uzun yıllardır görüşmediğimizden olacak, duyduğum özlemin onda da var olduğunu düşünmüş, en azından birkaç gün farklı davranacaığını umut etmiştim... sonuç mu? -tabi ki -hayal kırıklığı...-herkeste kendi duygularını ararsan, donakalırsın öyle..-...Keşke...Gürsel BİRSEL gibi yetenekli olsaydım -hani şu Avrupa Yakası dizisinin yazarı ve oyuncusu- ne reyting rekorları kırardı Avrupa Yakası Ap Mehmut'un karekteri ile...bir hayal edermisiniz İfo'nun kocası Ap Mehmut!..ne izleme rekorları kırardı ...veya mükemmel derecede gözlemleyebilme ve bu gözlemleri yazıya dökebilme becerisine sahip Yılmaz Erdoğan gibi olsaydım... ne malzemeler, ne roman kahramanları,  ne hikaye kahramanları çıkardı Siverek'ten... Ee hadi bunları yapamıyorum, bari hiç olmazsa Levent KIRCA'nın yeteneği olsaydı bende... düşünsenize  'Olacak O Kadar' a ne tiplemeler kazandıracaktım Siverek'ten......Herneyse... ben bugün, dilimin döndüğünce size rahmetli Ap Remzan'ın Siverek anılarını hikaye edeyim...Fazla da hayıflanmayayım......'Köyden sivereğe göçeli altı yıl olmasına rağmen, halen fistan giyordum... Fistanımın altında don yoktu, fistanım herhangi bir sebepten kalkınca da, kıçım görünüyordu... Radyo ve Televizyon yaygınlaşmadığından olacak, Sivereğin şehir çocukları Atatürk'ün 'Köylü milletin efendisidir' lafını... ya bilmiyorlardı, ya da efendilerine saygısızlık yapıyorlardı... Her sokağa çıktığımızda  sivereğin şehir çocukları etrafımızı sarar, eteklerimizi kaldırır, kıçımız görününce de birbirlerine göstererek dalga geçerlerdi...Siyah lastik  ayakkabılarım ve fistanımla, şehirli olamayacağımı bilmeden, 'bu çocuklar nerden biliyorlardı ki, benim köylü olduğumu'...diye hayretler içerisinde kalırdım. Birgün, yine böyle bir durumda aile yakını Hal cımha durumuma tanık oldu, onun bu halimi görmesinden çok çok utandım...Oğlım dedı 'Hesen'e söyle (babamı kastederek) senı şehirli çocuklar gibi giydirsın 'dedi...O zamana kadar şehirli çocukların kıyafetlerine pek dikkat etmemıştım. .. Vakit kaybetmeden hemen babama koştum, babamın yukarı kaleboğazında dükkanı vardı... 'Baba 'dedım Hal Cımha dedı ki' Babana söyle seni Siverekli çocuklar gibi giydırsın'...Babam şaşırarak...'Niye ' dedi... Ben de başımdan geçenleri bir bir anlattım babama.. Hemen 'gel benımle' dedı ve aşağı kaleboğazında, manavların bulunduğu sokağa girmeden, köşe başında bulunan ayakkabı dükkanına götürdü beni....Satıcıyla merhabalaştıktan sonra ...'Oğlıma çenkallı ayakkabı ver 'dedi...Ben şaşkınlıkla adamı ve babamı takip ediyordum, 'acaba bu çankallı ayakkabı nedir' diye merakla beklemekteydim. Adam, seri bir şekilde bana döndü 'kaç numara giyisen yegen' dedi... numarada bir yanlışlık olmasın diye lastik ayakkabımı çıkardım, adama uzattım... Leş gibi ayakkabı kokusu ortalığa yayıldı... -mubarek- lastik ayakkabılar da çorapsız giyilince, ayakta terleme yapar, hem çok kötü bir koku verir, hem de balçığın içerisinde yürüyormuşsunuz gibi, vıç vıç ses çıkarırdı... Dükkancı amca, pis kokuya aldırış etmeden , ayakkabının numarasına baktı ve şeffaf poşete sarılı; beyaz, yeşil ve kırmızı renkli  ayakkabıları önüme attı... Hemen kırmızı renkli olanı aldım, açtım ve giydim...Babam 'Oldı mı' dedi... Sessizce başımı salladım... Utanç, merak ve ilk olanı kullanma heyecanı bütün içimi ve dışımı kavuruyordu...Hayranlıkla çankallı ayakkabıyı elime aldım, ellerimde döndürerek lastik ayakkabılarla kıyasladım; ayakların hava alması için, ayakkabının önlerini ve yanlarını açık bırakmışlar, ne güzel...dikkatlice bakınca beyaz olanı farklı görünüyordu, onu da açtım baktım ki, evet o farklıydı.. onun arka kısmında da açıklık vardı, açık kısımlar kemer vasıtasıyla ayak bileğine bir tokayla bağlanıyordu.-ki bu tokaya çenkal diyorlardı -  ayakkabı naylondan yapılmıştı, naylon olmasının faydasını daha sonra öğrenecektimki, naylon ayakkabı yassı şiş ile dağlanarak yama yapılabiliniyordu. Oysa lastik ayakkabının yama olması mümkün değildi...bu farkı bilmek için şehirli olmak gerekliymiş!...yama sayesinde de ayakkabının kullanım süresi uzayacaktı... bu da daha fazla futbol, daha fazla oyun demekti .. kulakları çınlasın sevgili arkadaşım marangoz mustafa'nın oğlu Sino,  top oynarken yırtılmasın diye, çankallı ayakkabılarını çıkarır, yalın ayak top oynardı..... 'Sino niye çenkallı ayakkabılarını çıkartıyorsun, yırtılırsa yama yaparsın' dediğimizde, 'Annem yama yapmi, naylonun kokusunu sevmi' derdi....Ayakkabıcıdan çıktık, aşağı kaleboğazının içinden, eski belediye binasının önünden, Şeytan köçesine girdik babamla... Şeytan küçesi gerçekten şeytanların küçesi....Oraya giren bir daha eskisi gibi çıkmaz....Babam oradan bana pantolon ve kazak aldı, giydim..Aynada kendime bir baktım ki, ne bakayım... Karşımda çok ama çok yakışıklı biri duruyor, vay be!. dedim, -içimden- oğlım sen ne yakışıklı adamsın böyle...Vay vay vay!.. Şu yakışıklılığa bak hele !..-o zaman dünyanın en yakışıklı adamı olmuştum kesinlikle- İnek Şaban'ın (Kemal Sunal) tiplemelerini bazen izleyince -işte benim ifadelerim -dediğim, kendimi bulduğum  an'larım çok olmuştur... Nazım Hikmet'in, mutluluğun resmini çizmesini istediği,  Abidin Dino bile gelse ,benim o mutlu anımı resmedemezdi... tuvalindeki renkler de yetmezdi zaten...Şimdi düşünüyorum da, ne yapsam, ne giysem o ilk olanı... o mutlu anı... yakalayamıyorum....Şimdi yine şeytan küçesine girsem, yine beni dünyanın en yakışıklı adamı yapar mı Latif efendi?!.. ...Sıra saç tıraşına gelmişti.... Babam beni kaleboğazının o en meşhur berberi, berber Cımo'ya bıraktı....Cımo 'oğlımın saçımı, şehir çocukları gibi kes' dedı...İçeri girer girmez,hemen aynanın karşısındaki dönen şeye doğru yöneldim, berber beni tuttu...Orası büyüklerın yeri ...sen buraya gel dedi ve beni tahtadan yapılmış sandalyenin üzerine oturttu. Şehir çocuğu gibi olmak için bütün aşamaları geçmek üzereydim, sıra en zor olanına gelmişti, traş olacaktım, çok ama çok korkuyordum...Berberin makinası başıma yaklaştıkça, gözlerimi kapatarak kendimi sıkmaya başladım... kesin kararlıydım bu sefer ağlamayacaktım...'Berber rahat ol oğlım, seni kesmıyecağım ' dese de ben yine de rahat değildim. Çünkü evde bizim saçımızı Ap Helil keserdi, o da saç kesmeyi koyunları kırparken öğrenmişti, koyun kırpmakla, saç kesmek aynı şeydi aslında, arada büyük bir fark yoktu ona göre... Ap Helil başımızın üstüne bir aleminyum tas koyar, tasın etrafında kalan saçlarımızı traş makinesi ile alırdı, makine saçımızı çektiğinden, dayanılmaz bir acı duymamıza rağmen gözlerimizden yaşların akmaması için de kendimizi sıkardık, çünkü gözlerden yaş akması zayıflık belirtisiydi...olaki dayanamayıp yaşı akıtırsan o zaman da enseye tokatı yer ve b'ınamus (namussuz) (Süleyman yine yanlış yazdın diyecek ama) karı gibi gözyaşı dökme' derdi... ....Saçımı da şehirli çocuklar gibi kestirdikten sonra, babam eve gönderdi...sokakta yürürken, çamurdan uzak yürüyor, zaman zaman durup, çenkallı ayakkabılarımın üstünü siliyor, pantolanlarımın paçalarına bulaşan tozu silkeliyordum...Yürüyüşüm, havam değişmişti...keşke o zaman kamara olsaydı da o görüntümü çekseydi... vay vay vay...ben benim diyen hiçkimse benimle yarışamazdı... İsterse Ap Helil'in torpilli traşını olan  Yaşar gelsin, isterse arkadaşı Naci veya Cımo gelsin... Hiçbiri ama hiçbiri benim yakışıklılığımla yarışamazdı.Saygılarımı sunarım......(Evet...Baver efendi, yazı istedini al sana yazı....Kusurumuz olduysa -özellikle yazarlardan- af ola...)Cengiz BAYRAM[email protected]

Bu yazı 2326 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum