Ramazan ayı ve oruç yaşamımda hep güzelliklerin yıl dönümleri olmuştur. Bayram bazen hüzün ve bazen de sevinç kaynağına dönüşmüştür. İlk oruç tuttuğum günü çok iyi hatırlarım. Muhtemelen bir aralık ayıydı. Oruç tutmaya niyetlenmiştim. Neredeyse ikindi vakti yaklaşmıştı. Eldeki harçlıkla aldığım kırık nohutlar, kuru üzüm, renkli lokum ve bisküvitler iftar ödüllerimdi. Lakin cebimdeki bu yiyeceklere dokunduğumda açlığın verdiği tedirginlikle adeta sınırlanıyordum.
Daha çok küçük yaşlardaydım. Dükkanımızda çırak olarak çalışan babamın dayısınınoğlu “Berber Mahmut” vardı. Ansızın ve farkında olmadan birseyleri yediğimi farkederek "Hani oruç tutmuştun?" sorusuyla beni uyarmaya çalışmıştı. Unutarak yediğim nohut kırıklarını bir an çıkarmak istemiştim. Lakin hemen pes etmiş ve yemeye devam etmiştim. Halbuki bilmeden yaptığım bu hata orucumu bozmamıştı. Bunun üzerine çok üzülmüş mahcup bir şekilde akşam eve avdet etmiştim. Evde Annemin tesellisiyle bir sonraki güne hazırlanmıştım. Sahura kaldırılmamak beni oldukça üzerdi. Zaten zayıf çiroz bir çocuktum.
Sahur zamanı sokağımızdaki davul sesi bir taraftan volüm olarak bizi korkutur ve diğer taraftan da Ramazan ayına has olmasıyla heyecanlandırırdı. Diğer gün çok dikkatli oldum ve iftar saatine kazasız-belasız ulaştım. Eve geldiğimizde hem bende ve hem de annemdeki sevinç oldukça yüksekti. Aslında hedeflediğim önemli bir amacı gerçekleştirmiştim. Açlığa mağlup olmamış, direnmiştim. İlk mücadeleyi başarmıştım. Sanki “Çocukluktan başlar orucu sevmek, hatta bir büyüme belgesidir. Nitekim oruç, çocuk kalbinde cesaret göstergesidir yaklaşımını gerçekleştirmiştim.
Yağmurlu bir akşamdı. Annem beni dedemin evine kadar sırtına alarak mükafatlandırmış ve dedeme de ilk oruçumu tuttuğumu müjdelemişti. Rahmetli nenem yanağıma şefkat dolu öpücüğünü indirmiş, takdir hislerini göstermiş ve hediyeler vermişti. Daha sonraki yıllarda oruç tutmak, teravih namazlarına gitmek hayatımın vazgeçilmez ibadetleri olmuştu. Daha çok Karakeçili Camii’nin müdavimlerindendim. Camii cemaati mahallenin sakinleri olmakla birlikte, ramazan ayında ibadetlerini cami cami dolaşarak daha fazla sevap kazanmak isteyen diğer insanlardan oluşuyordu. Daha sonraki yıllarda aynı uygulamaları biz de yapmaya çalıştık.
Özellikle teravih namazlarındaki ortamlarda olan bazı olayları dükkanda “şakacı” müşterilerden dolaylı olarak dinlediğimde çok gülerdim. Aslında şu anda “ ciddiyetsizlik” olarak nitelendirdiğim bu davranışlar o zaman bana çok komik gelirdi. Ama o davranışlarla bile o Ramazan akşamları oldukça güzel ve narindi. Yer sofralarında açılan iftarların tadları hala hatıralarımda taze ve unutulmazdır. Uzun kış gecelerinde iftardan ve hatta teravih namazından sonra dış kapının (küçe kapısı) tokmağının sesiyle birlikte “Kadayıfçı Abdulkadirin” dükkanından sipariş edilmiş olan kadayıf tepsisinin odaya getirilip paylaştırılmış olması ayrı bir tad katardı o mübarek gecelere.
Hatırımda kalan bir diğer kesit 1976 yılının Ramazan'ıdır. O Ramazan ayında üniversite giriş sınavlarının sonuçları açıklanmıştı. Her sahurdan sonra çarşıya iniyor Velid Olçen’in babasına ait ayakabıcalar çarşısındaki kahvelerine gidiyor, çaylarımızı içtikten sonra Ulu Camii"de sabah namazını eda edip, PTT’ye doğru yol alıyorduk. Mustafa Çetiner, Şükrü Kılıç, Abdülkerim Çetiner, Necmettin Büyükkılıç ve Velid Ölçen’den oluşan arkadaş grubumuzla PTT binasına giriyor ve sonuçların gelip-gelmediğini soruyorduk. İşte o Ramazan'da yine böyle bir sahur sonrası PTT’ye uğramıştık. Nöbetçi memur Cerrah Karalök “seninki gelmemiş “ dedikten sonra merakımı bir gün sonraya erteleyerek çaresizce eve dönmüştüm. Fakat daha sonra anladım ki Cerrah Ağabey benim ismimi yanlış biliyormuş. Sonuçta hayal ettiğim Üniversite yaşamı için hem tercih ve hem de puanların yeterli olmamasından dolayı açıkta kalmıştım. Buna çok üzülmüş, kederlenmiş ve o ramazan ayı benim için çok sıkıntılı geçmişti. !977yılının başlarında ise memur olarak İstanbul’a atanmıştım. İstanbul’da bir müddet öğrenci yurtlarında kalmıştım. Bunlardan biri de Fatih’teki “Vakıflar Öğrenci” yurduydu. Çok güzel bir ramazan ayı geçirmiştim. İşte 18.08.1977 tarihinde bir yatsı sonrası yurt bahçesinin bir köşesinde hatıra defterime şu cümleleri yazmışım…”Mübarek bir aydayız..Öyle lezzetli ve manalı bir havası var ki.. İnsanlar bunun sırrına vakıf oldukları zaman gerçek insan olabilme yolunda emin adımlar atmış olurlar... Bu ay insana acımayı, sevmeyi ve kamil olma yolunu gösteren bir aydır.” .Ramazanı ve orucu en dinamik şekilde tanımlayan Sezai Karakoç ise “ Oruç, metafizik aleme açılan pencerelerin ortamıdır “ ve yine “Oruç insanların her yıl bir ay süreyle katıldığı bir ruh şölenidir.”
Evet bu yılın güzel ve arınma ayının pandemi stresi içinde geçen önemli sayıdaki günlerini geride bırakıyoruz. Ne ki ömür ? Yaşama teğet bir şekil veya bir lahzaya yüklü zaman aralığı…Tüm zorbalığına, adeletsizliğine ve dengesizliğine rağmen hayat güzeldir.. Hayatı Müslümanlar için anlamlı kılan mübarek ramazan ayı da duyguları pozitif yönde uyaran müstesna bir zaman birimi ve emirleri barındıran bir denetleme sürecidir.
FACEBOOK YORUMLAR