O ne şehla bakıştır geceye demirleyen. Gümüş yaldızlı bir fermandan okundu kulakların aşina olmadığı kelimeler. Yıllar yılı el yordamıyla inşa ettiğin kuleler yıkılır bir bir.
Yükü ağırdır göz kapaklarının. Göğüs kafesindeki sancı derindir. İnce bir göç sızısıdır damarlarında dolaşan. Yalnızlık yankılanır karanlık bir odada.
Vaktin künhü bir bilmece olur arzın künhüne düğümlenir. Boşlukta kaybolan sorular cevapsız kalır. Yönünü kaybetmiş avare düşünceler çıkmaz sokaklarda çaresiz.
Sayılı vakitlerin tutsağıydın ey mihman, neden mihmandar oldun? Yıllar yılı menzile göç var, ne oldu da aldandın? Oysa sen de yoldaydın, yolcular arasındaydın. Hiçlikler diyarında küçücük bir vahaydın.
Keşke şu efsunlu pınardan bir katre olsun sen de tatsaydın. Suskun bırakılmış kelimelerden ecza yapmayı öğrenerek yaralarını sarsaydın. Keşke sevdalar seni de alsaydı da bir nisan sabahı yağan ılık yağmur damlalarında ıslanmanın tadına varsaydın.
Senin en küçük zerrelerine dahi kodlanmış faniliğin bronz işaretleri. Toprağa, ağaca, denize, dağa, aya, yıldızlara... Hülasa arza ve asumana şifreleri naksedilmiş büyük göçün izdüşümleri.
Bir kuşun cıvıltısı, bir rüzgar esintisi, bir dere şırıltısı, bir ilkbahar yağmurundan sonra burnuna dolan toprak kokusu, bir sonbahar rüzgarından sonra dallarına tutunamayan sararmış yapraklar, gökyüzünü kandiller gibi süsleyen yıldızlar... Bunların her biri kervanın ayak seslerini kulaklarına fısıldadı bir ömür boyu.
Lakin bir perde çekildi gözlerine, karanlık sardı yüreğini, kulaklarına ağırlık çöktü. Bakışların ceylan kılıklı sırtlanların tutsağı oldu. Bilemedin ki kalbinde karanlığın hüküm sürdüğü aldanmışların bağında aşk yeşermez. Anlamadın ki sinesini çamura bulayanların toprağında sevda göğermez.
Kulaklarını sağır eden onlarca sesten ıssızlığa doğru bir yolculuktur seninki. Gözleri kamaştıran yüzlerce ışıktan tenhalığa bir geçiştir bu. Binlerce aldanışın yarıklarından sızan bir pişmanlıktır.
Oysa her şey çok farklı olabilirdi. Çünkü göç, ihtişamını gerçek aşkın görkeminden alan bir dirilişin ayak sesleridir aynı zamanda. Bir umudun filizlenmesi, bir kasvetin yok oluşu, karanlık dehlizlerden güneşe açılan bir penceredir.
Göç, yazgısını boynuna bir urgan gibi dolayanlara karanlıktır, kasvettir; lakin yazgısını yoluna bir fener gibi tutanlara sevdadır, umuttur. Göç ferman dinlemez bir kaderdir. Kimine çölde ağaç gölgesi, kimine fırtınadır, borandır.
Göç yollarında kervanlar hep vardır. Kiminin ufkunu güneşler süsler, kimininkini zifiri karanlık perdeler. Kiminin yolcusu türküler söyler, kiminin yolcusu ağıtlar yakar. Kimine bilgeler rehberlik eder, kimini gölgeler peşinden sürükler.
O ne şuh bakıştır geceyi aydınlatan. Gümüş yaldızlı bir fermandan okundu kulakların aşina olduğu kelimeler. Yıllar yılı el yordamıyla biriktirdiğin tuğlalar bir saray olmak üzere.
Yükü hafiflemiştir göz kapaklarının. Göğüs kafesinde şenlik otağı kurulur. İnce bir göç dermanıdır damarlarında akan. Her dalda bülbüller, her yer gül bahçesi...
FACEBOOK YORUMLAR