Britanyalı Filozof, Bertrand Russell, “Kişinin duyguları, gerçekler hakkındaki bilgisiyle ters orantılıdır. Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz.” der…
Russell, kitaplarında özellikle az bilen kişilerin fikirlerinde sabit olduğunu ve az bilme oranı kadar şiddetle savunduğunu ifade eder.
Russell tüm felsefesini “bilmek” üzerine kurmuştur.
Belirli bir araştırma ve incelemeye dayanmadan bir görüşü birinin telkiniyle şiddetle savunmayı cehalet olarak belirtir Russell.
Bugün toplumdaki olayları gözlemlediğimde Russell’in o müthiş sözü her yerde karşıma numuneleriyle bir bir çıkıyor ne yazık ki.
Ateşli bir şekilde savunulan görüşler asla iyi bir temele dayanmayan görüşlerdir.
Gerçekten de şiddetli duygusallık, görüş sahibinin rasyonel kanıtlardan yoksun olduğunun da bir göstergesidir.
Ne kadar az bilirseniz, onu o kadar şiddetle savunursunuz. Radikal örgütler, radikal partiler ve radikal taraftarların davranışları bunun en güzel örneklerinden biridir.
Çünkü insanların başka fikirlerden nefret etmelerinin bir nedeni de bu tutumla gelen ve kesin doğru olduğuna olan inançlarıdır. Ve bu inançların çoğu da başkaları tarafından ikmal edilmiştir.
Toplumda Russell’in sözünü destekleyecek o kadar çok olay var ki…
Vaktiyle bizim mahallede bildim bileli muhtarlık bir muhtarımız vardı. Allah rahmet eylesin…
Doğduğum günden beri muhtardı sanırım…
Bir gün, öğrenci yurt kaydı için ikametgâh belgesini mühürletmem gerekti. Kırtasiyeden bir belge alıp muhtarın yanına vardım.
Muhtarımızı her zamanki gibi kıraathanede kâğıt oynarken masa başında buldum. Muhtar, elindeki kâğıtları indirmeden göz ucuyla bana bakıp “kimin oğlu” olduğumu sorup mühürlenecek evraka baktı:
“Yeğen bu kâğıt yanlış kâğıt, bu kâğıt dik değil yan olmalıydı. Git bunu değiştir öyle getir.”
”Yok, bak ilmühaberi yazıyor.” dedim.
İyi niyetliydi muhtarımız biliyorum. Kesinlikle doğru bildiği yanlışı, yapmak istemiyordu. Fakat doğru bildiği yanlışı savunmayı ilke edindiği için de kimseyi dinlemek istemiyordu anlaşılan.
Kâğıdı masaya vurup, “sen benden iyi mi biliyorsun? git değiştir.”
Birlikte oyun oynadıkları arkadaşları da ona hak verdiler.
“Yeğen git değiştir, bu belge yanlış belge…”
Israr ettim onaylaması için...
Çaycı gelip beni yana çekti:
“Kardeş, muhtarın okuması yazması yok ki. Sen haklısın biliyorum. Ama muhtar o belgenin şeklinin değiştiğini bilmiyor. Kesinlikle imzalamaz.”
Mecburen tekrar kırtasiyeye gittim. Durumu anlattım.
Kırtasiyeci güldü:
“O muhtarın okuma yazması yok ki. Adam ne bilsin, bu belge ile o belge aynı belge. Matbaa şablonu değiştirmiş, hepsi bu.”
Biraz öteberiyi karıştırıp eski şablondan bir tane buldu. Muhtara götürdüm, şekline baktı:
“ İşte bu dedi.”
Mühürleyip verdi.
Oğlunun işini gördüm iması için de “babana selam söyle” demeyi ihmal etmedi sağ olsun…
Evet, muhtarımızın okuma yazması yoktu. Yıllardır şekilsel olarak evraklara mühür basıyordu ve mahalleli de bunu kanıksamıştık.
Yani yanlışı doğru kabul etmişti.
Bildiğim kadarıyla ısrarla yanlışı savunmaya ömrünün son demlerine kadar da devam etti…
Ortaokulu başarıyla bitirmiş ve iyi bir liseye gitme ihtimali olan bir öğrencimin de ilginç bir hikayesi var...
O okulu bırakma kararı almıştı ama ben umutluydum hala. Girdiği lise giriş sınavını öğrenip kendisini aradım.
İyi bir liseye yerleştiğini ve okuması için kendisini ikna etmeye çabaladım. O ise ısrarla okumayacağını ve köye döneceğini belirtti. Kararına saygı duydum.
Yaz tatili dönüşünde yanıma uğradı. Evlenme kararı aldığını ve sevdiği kızı, kızın babasının başkasına verme ihtimali olduğu için okuldan vazgeçip evleneceğini söyledi.
Ben iyice düşünüp düşünmediğini sorduğumda:
“Kesinlikle Hocam” Ben ve bu insan birbirimiz için yaratılmışız, huyumuz ve suyumuz aynı. Üstelik akrabayız ve birbirimizi çok seviyoruz.”
Ben ısrarla bu karar için erken olduğunu, genç yaşta ani verilen kararların çoğunun sonradan pişmanlık oluşturduğunu, birkaç ay düşünüp sonra karar vermesini salık verdiysem de dinletemedim.
Anlı şanlı, masraflı bir düğünle evlendiler gençlerimiz…
Altı ay sonra yanıma perişan bir vaziyette, hayattan küsmüş bir şekilde uğradı. Çok pişman olduğunu, aslında eşini tam olarak tanımadığını, şu an onun için hiçbir sevgi beslemediğini, onun yüzünden babasıyla tartıştığını, evden ayrıldığını, eşinin çok uyumsuz ve geçimsiz olduğunu, kendisinden önce başka birisiyle arkadaş olduğunu, niyetinin kendisiyle evlenmek olmadığını eski arkadaşının kendisini acele istemesi için kendisini oyuna getirdiğini, ailesiyle arasının bozulmasına sebep olduğunu ve daha bin bir türlü olumsuz yönlerini sıralayıp durdu…
Sırf anlık duygularla yapılan bazı yanlışların farkına varana kadar geçen süreyle orantılı olarak pişmanlığın sancısı katlamalı olarak artar tabii ki…
Yanlış evlilik, bir yanlışın bütün diğer doğruları götürme ihtimalinin olduğu ender bir durumdur ama bu gencimiz bizzat yaşayarak tecrübe etti.
Bu tür duygusal evliliklerin akıbeti en iyi ihtimalle boşanmayla, en kötü ihtimalle de ölümle sonuçlanır bilirsiniz…
Yine meslek hayatımdan bir örnekle devam edeyim...
Bir gün uzak bir ilde ikamet eden bir arkadaşımın yönlendirmesiyle çalıştığım kuruma bir bayan geldi.
Maddi durumunun kötü olduğunu ve çocuğuyla birlikte zor bir yaşam mücadelesi verdiğini zor da olsa anlatabildi. Sosyal Hizmetlerden yararlanmak istediğini belirtti. Görevli memur arkadaşı çağırıp birlikte kendisini dinledik.
İki yıl önce evlenmiş. Eşi, akrabasıymış. Gittikleri bir dernekte aracılar vasıtasıyla tanışmışlar. Eşi önceleri madde bağımlısıymış. Suriye’de İslam Devleti kurulduğunu bu İslam Devleti’nde görev almamanın her dakikasının Cehennem ateşi olduğunu duyunca evde duramamış ve Cihat için Suriye’ye savaşmaya gitmiş.
Uzun süredir de haber alamamış eşinden. Bu süre zarfında bir çocuğu olmuş.
Ailesi baştan beri bu evliliğe karşı çıktığı için genç anneye yardım etmiyormuş. Eşinin ailesinin durumu iyi olduğu halde oğullarının savaşa gitmesine neden olduğunu düşündükleri için gelinlerine kırgınmışlar.
Anlayacağınız çaresiz kalmış genç bir anne…
Eşinin ve kendisinin tahsil durumunu sordum. İlkokuldan sonra okula gitmediklerini, Hocalarının tavsiye ettiği kitaplar ve dergiler dışında herhangi bir kitap okumadıklarını, eşinin sık sık madde krizine girdiğini, kendisinin de sonradan bir şeyler okumayı öğrendiğini, İslami herhangi bir bilgi birikimlerinin pek olmadıklarını itiraf etti.
Düşünebiliyor musunuz? Bir davayı savunacaksınız ama o davanın ne olduğunu araştırarak değil, bazılarının aklıyla savunacak, birilerinin telkiniyle bilmeden ölüme dahi gideceksiniz…
Savunduğunuzu iddia ettiğiniz davayı bilmeden bunu başkalarına öğretmeye çalışacaksınız ve bir ucunuz Suriye bataklığında çıkacak…
Akıbeti ne durumda şimdilik bilmiyorum ama bildiğim tek şey siz kendinizi eğitmezseniz birileri mutlaka bu boşluktan istifade edecektir…
Hayat tecrübemden son bir kesit.
Evimin tadilatı sırasında mermer silme işi için bir usta ile anlaştım. İstemeyerek de olsa iş ahlakına uzaktan şahit oldum.
Sık sık; “bu makinayı ilk kez burada deneyeceğini ve çok iyi bir iş çıkaracağını” tekrarlayıp duruyordu ustamız.
Yeni makinayı epey süre kurcaladı ama bir türlü çalıştıramadı ustamız.
Eski makine mantığıyla yeni makinaya yaklaşıyordu anlaşılan...
Başarısız olunca da başladı içindeki birikmiş siniri boşaltmaya:
“Bu aletin bilmem ne özelliği hatalı ve çalışmıyor. Bunu yapan mühendisin, üreten fabrikanın, bana tavsiye eden filan ustanın…”
İyice hakaret ve küfürden sonra tekrar makinayı kurcaladı, yine ısrarla çalıştırmaya çalıştı ama nafile...
Neden sonra makinayı aldığı firmanın müşteri hizmetlerini aradı.
Teknik servis gayet kurumsal bir teknik servis şuuruyla yakından ilgilendi kendisiyle.
Görüntülü bir teknik yardımından sonra aleti çalıştırabildi.
Kendi kendine:
“Çalışıyormuş aslında, ben görmemişim. Ancak gene de o özelliği bu şekilde yapmak saçma bence. Yani o oraya mı konur? Beğenmedim gerçekten. Aslında o parçanın benim baktığım yerde olması lazım. Hatalı düşünülmüş!"
Bu ve bunun gibi örnekler artık benim için sıradan gözlemler oldu.
Bu coğrafyada özür dilemeyi eziklik gören, kendisini fazla ciddiye alan insanların sayısı çok fazla gerçekten. Bir insan neden yanlışı savunur?
Kanımca; Bilgi eksikliği, geleneksel tutumlar, yanlış inançlar, bağlılık, bozuk kişilik, duygusal tepkiler…
Bu ve bu gibi nedenler, insanları yanlışı ısrarla savunmaya sevk ediyor ve Russell’in dediği gibi:
“Ne kadar az bilgi o kadar redikal savunma.”
Doğrusunu öğrenmek yerine, yanlışı doğru gibi göstermeye çalışan insanlar var oldukça problem, bize problem olarak görünmeyecektir.
Aslına bakarsanız birçoğumuz bunu yapıyoruz. “Hata benim” demek çok zor geliyor ve gururumuza yediremiyoruz ve bu tutum zamanla karakterimizin bir parçası haline dönüşüyor…
Selam ve Muhabbetle…
FACEBOOK YORUMLAR