Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

Tuhaf bir karar

25 Ocak 2023 - 11:08

Edebiyat alanında yazılmış çok yoğun ve çok uzun yaşanan aşklar vardır. Çoğunu, bilirsiniz.  Leyla lile Mecnun'un, Ferhat ile Şirin’in, Kerem ile Aslı’nın, Romeo ile Jüliyet'in, Antonius ile Cleopatra’nın, Napolyon ile Josephine’in, Yusuf ile Züleyha’nın aşkları gibi…
           
Yine bu türden bir başka aşk da, Kadim Rusya’da Prens Grigory Alexandrovich Potemkin ile Sophia adlı bir Alman prensesi olan Büyük Katherina arasında 20 yıl boyunca yaşanmış olan aşktır.

           
Grigori Potemkin imparatoriçe Büyük Katerina’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndan  ilhak edilen Kırım’a ziyareti sırasında imparatoriçeye olumlu izlenim bırakmak amacıyla Dinyeper Nehri boyunca sahte evler inşa ettirmiş. Böylece idare ettiği bölgede huzurun, zenginliğin ve bolluğun hüküm sürdüğünü göstermeye çalışmış.

           
Fakir, yıkık, dökük mahalle ve köyleri, mamur gibi gösteren, göz boyama sanatının zirvesi bir çalışma.  Bir nevi şehir makyajı yani...

           
Peki, özellikleri nedir bu köylerin, bu kasabaların?


           
Bir Potemkin Kasabası'nın, bir Potemkin Köyü'nün temel özelliği, gerçek değil, göstermelik olması, içine girilebilen, içinde yaşanılabilen gerçek mekânlardan, gerçek evlerden değil panolar üzerine boya ile yapılmış resimlerden oluşması, yani bir tiyatro dekorunun niteliklerine sahip olması…

           
Potemkin bu kadarla da yetinmemiş yöredeki yaklaşık 1.000 köyün halkını, Çariçe'yi sevgi gösteriyle karşılamaları için seferber etmiş ve bu zavallı insanlar, o kargaşa içinde perişan olmuş, çoğu açlıktan ölüp gitmiş…

Potemkin mimarlığı; sahtekârlıktır, acımasızlıktır, göz boyacılığıdır.


Gelişememiş mahalle ve semtlerimizde de karşılaşırsınız böyle manzaralara. Kimi ana arter ve merkezi yerlerde görülen elektrik dağıtım trafolarının deniz manzaraları ve veya tarihi bir konağın resimleriyle donatıldığını izlersiniz. Bir bakış kadar kısa olsa da mutlu hissedersiniz kendinizi. Ve teselli olup geçer günü kurtarırsınız…
Aynı manzara ana yollarımızda bile vardır. Maket bir trafik polisi, üzerinde siren yanan bir karton trafik arabası…

Herkes de inanır bunun gerçek olduğuna. Sürücüler çok korkar ve aşırı hız yapmazlar.
           
YÖK’ün pedagojik formasyona ilişkin geçenlerde açıkladığı karar bu açıdan ibretlik bir görünüm sunuyor.

Y
ÖK, resmi açıklamasında öğretmen yetiştiren fakülteler dışında formasyon eğitimi alınabilen alanlarda örgün eğitim ve öğretim süresi içinde pedagojik formasyon eğitiminin verileceğini belirtti.
           
Hani markete gidersiniz, elinizde alacaklarınızın listesi vardır ama bir bakarsınız "kampanya", "bir alana bir bedava", eşantiyon, promosyon hoop kafalandınız!

           
“Umduğunu değil bulduğunu yiyen misafir” gibi oldunuz bir bakıma. İşte günümüzün formasyonu bana tamamen bu durumu andırıyor.


"Al bir köşede bulunsun"

           
"Bakarsın lazım olur burası Türkiye”

           
Pedagojik formasyon ile ilgili alınan bu karar, kamu yönetimimizin ve eğitim-öğretimimizin planlaması ve işleyişi açısından üzerinde ciddi ciddi düşünülmesi gereken bir konudur.

           
Asıl itibariyle öğretmen yetiştirmek için kurulan yapılar, eğitim fakülteleridir. Pedagojik formasyon ise kısaca eğitim fakültesinden mezun olmayan eğitim fakültesine sınavla girmeyen, açık öğretim fakülteleri dahil diğer üniversite mezunlarının öğretmen olabilmek için almaları gereken eğitimi ifade eder.

           
Kanımca, YÖK ve MEB’in elbirliğiyle alınan bu karar, öğretmenlik mesleğini daha da değersizleştirecek, eğitim fakültelerini anlamsızlaştıracak, atanamayan öğretmen sayısını kat be kat arttıracak, eğitim fakültesi mezunlarını yok sayacak, atanma puanını daha da yükseltecektir.

           
Üniversite giriş sınavlarında ilk 300 bine girebilenlerin tercih yapabildiği eğitim fakülteleri, bu kararla  iyice anlamsızlaşacak ve itibar kaybına uğrayacaktır.

           
Ülkede hazır yetişmiş öğretmen ihtiyacı yokken alınan bu kararın mantığını, bir eğitimci olarak anlamış değilim. 

           
Bu karar öğretmen yetiştirme ve istihdam etme sistemini çökertmek anlamına gelmez mi?

           
Öğretmenlik mesleği, iyi bir zeka, iyi bir yetenek ve iyi bir fedakarlık gerektirir. Bu mesleği, yıllardır icra etme hayali kurup,  gece-gündüz çalışıp eğitim fakültesine öğretmen olma hayaliyle yerleşen gençlerimizin durumu ne olacak?

           
Bu vebali kim kim ödeyecek?

           
Eğitim gibi hayati bir konuda bu kadar keyfi, bu kadar plansız bir karara kimler hangi mantıkla karar verdiler?

           
Formasyon derslerinin fakültelerde ayaklara düşürülüp seçmeli olarak okutulması hangi mantığın tezahürüdür?

           
Fakültelerde bu dersleri okutacak yeterli öğretim elemanı var mı?

           
Atanamadığı için özel okullarda sürünen, çoğu kez aylarca ücretleri ödenmeyen, MEB’de ücretli öğretmenlik adı altında asgari ücretten daha az bir ücretle çalıştırılan, piyasanın ucuz elemanı haline dönüştürülen binlerce eğitim fakültesi mezunu öğretmenin durumu birilerini hiç mi ilgilendirmiyor?

Üzerinde iyice düşünülmeden alınan bu yanlış karar, yükseköğretimimizin, eğitim-öğretim faaliyetimizin ve kamu yönetimimizin nasıl işlediğinin somut bir örneği sadece. Bu düzenlemenin tek gerekçesi birilerinin gözüne girmek mi?

Günlük boyalarla eski yapıları yeni gibi mi göstermek?

Üniversite mezunu herkes öğretmen olacaksa, eğitim fakültelerini niye kapatmıyorsunuz?

Gençlerimiz, niye ilk 300 bine girmek için çaba sarf ediyor?


Bu yanlış uygulamayla geleceğimize ettiğimiz kötülüğü düşmanlarımız akıllarından bile geçiremiyordur sanırım.

Potemkin Köyü, birinin hoşuna gitmek için gerçekliği başka türlü göstermek için iyi bir kurguydu; öyle anladım ki insanoğlu hep aynı. Potemkin rüyasından bugüne değişen bir şey yokmuş meğer…



 

Bu yazı 763 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum