Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

SEKİZ YILLIK KESİNTİSİZ EĞİTİM NEDEN BAŞARISIZ OLDU?

11 Mayıs 2012 - 21:00

Siverek Genclik Sitesinde “Rayiha” Müstear ismiyle yazılar yazan eğitimci-yazar, Mustafa KARADAĞLI’nın araştırma inceleme yazısı


Uzun süredir 8 yıllık kesintisiz eğitim üzerine inceleme ve araştırmalar yapıyorum. Geldiği ilk günden yakından takipçisi olduğum bu sistemin korkunç neticesini, bu yıl yapılan ÖSS sınavındaki yüzde 229 luk sıfırcı sayısındaki artışla öğrendim. Bu inceleme yazımla bu sistemi incelemeye ve çözüm ünerileri sunmaya çalışacağım. Bu çalışmamı üyesi bulunduğum sendikaya da görüş olarak bildireceğim.  Umarım 4+4+4 lük yeni sistemin başarılı olmasında bir etken olur.
  1997 Yılında üniversitede öğrenciyim, üniversiteye Milli Eğitim Bakanı Hikmet ULUĞBAY gelmişti. 8 yıllık kesintisiz eğitimin temellerini atıyordu. Hükümet politikalarınca müthiş bir buluşu tanıtıyordu. Üniversiteden bir grup arkadaşla grup toplantılarına  katıldım. İlginç, uçuk ve ütopik konuşmaları anlamakta zorlanıyordum. Bir öğretmen adayı olarak kendisinden hiç bir şey anlamadığımı ve bu kesintisiz eğitim kararında eğitimcilerin görüşü nerede ? diye sordum. Bakan Bey bu soruma karşılık vermektense, toplantıda bulanan birine tevdi etti. Akıl ve mantığın durduğu hayali konuşmalarla geçiştirildi sorum.  Eklemeleri ise yanımda oturan Bakan Bey’in eşi yaptı. Yine karmaşık bir darbe fikriyle bana cevap verip geçiştirdi.
Basında çıkan haberlerde ise “üniversitelerde kesintisiz eğitime tam destek” diye başlıklar atılıyordu.
Yıldırım hızıyla meclisten geçirilen  bu kanun hemen uygulanmaya başlandı. Anlamıyordum, Türkiye’de anlamıyordu, ama emir büyük yerdendi. Afrika ülkelerindeki bir model bu ülkenin kaderi olarak görülmüştü bir kere.
    Apar topar bir yerlerden dayanak bulunup bu ülkenin fakir insanları üzerine adı duyulmamış vergiler koydular. Kaynak müthişti her yerden oluk oluk para akıyordu. Para akmasına akıyordu da eğitimde hiçbir ilerleme kaydedilemiyor, sistemin artıları ve eksileri tartışılmoyurdu bile...
Yeni sistemin artılarından çok o dönemde,  kişilerin dünya görüşleri onları daha çok ilgilendiriyordu. Tüm çabalar cadı avınaydı. Kendileri de biliyordu ki; 1940’lı yıllarda yapılan taş ve tek derslikli okullarda sekiz yıllık uygulaması bir ütopyaydı. Bunu  sözde eğitim kurmayları da bal gibi biliyordu.
   Uyduruktan yapılan ihalelerle taşımalı araçlar bulundu.
 ( ilk ihalecilerin ifadesine göre o yıl aldıkları araçların fiyatının üç katı kadar kazanmışlardı, çünkü ilkti ve su-i istimale açıktı)
 Öğrenciler köylerden taşıma merkezlerine alınmaya başlandı. Allah var; çocuklara bisküviden süte, kaşar peynirinden konserveye kadar ara yemekler veriliyordu. Ömründe ilk kez üçgen peynir gören ve bunun nasıl yenileceğini bilmediği için sınıfta yemeye utanan öğrencilere bile rastlanılmıştı. Bu ziyafetler iyi olmasına iyiydi ama, eğitimde hiçbir ilerleme kaydedilemiyordu.
  Evet bu eğitim katliamının bizzat şahidi olarak, 1998 yılında atandığım okulda rastladım. Toplamda 3 dersliği vardı bu okulun. Fakat on altı köyden buraya taşımalı olarak öğrenciler geliyordu. Köylerin gerçek kilometreleri ile aldıkları kilometre ücreti arasında uçurumlar vardı. Fakat taşıma ihalesini alan firmalar ensesi kalın kurtlardı. Bunun için taşıma okul müdürü itiraz edemiyor, biran evvel bu okullardan gitmenin yolunu Ankara’da, ya da raporlarda arıyordu.

Aylar yılları kovalıyordu, servisler bazen geldi bazen gelmedi. Okul idarecilerin mücadelesi eğitimle değil, servis araçlarıylaydı.
  Yağmur, çoğu kez o masum çocuklara Allahın bahşettiği doğal bir tatil oluyordu zaten. Çünkü yollar çamurdandı ve hiçbir alt yapısı yapılmadan, güvenliği alınmadan taşınacak köyler listesine alınmıştı. Bu araçların kontrolünü kimse yapmıyordu. En azından ben bir yıl boyunca hiçbir denetim görmedim. İki şoför bir birinden kızıp birbirlerini şikayet edene dek sürdü bu durum. Şikâyetin konusu ise şuydu. İki servis kendi aralarında anlaşmış, yolun bir kısmına kadar öğrencileri günaşırı birisi getirecek ordan da tek arabayla öğrencileri balık istifi taşıyacak böylece yakıttan tasarruf  edeceklermiş.
Biz her şeyin resmi yürüdüğünü biliyorduk. Çünkü bize taşıma ile ilgili hiçbir bilgi verilmemişti. Hem bizi ne ilgilendirirdi ki! Sen işine bak fırçasıyla sık sık karşılaşıyorduk ensesi kalın servis şoförlerinden.
Haziran ayında nihayet müfettişler geldi.  Sürücünün birinin tüm evrakları incenledi, eksik bir şey bulunmayınca: “kar zincirin var mı?” Diye sordu. Şaşırdık! Garip ama Türkiye işte! Bunun yazı kışı mı olur? Ceza kesilecek mutlaka ve bir açık bulunmalıydı.
  Neyi anlatsam ki? Derse geç  gelen her öğrenci için şoförlerle tartıştıma mı?
Yedi tane öğretmenin en kötüsü ben oluyordum hep.  Şikâyetler de fayda etmiyordu. Yönetim güllük gülistanlık geçiniyordu.
   İkinci yılımda, yönetim üstüme kaldı. Arabaya atlayıp taşıma merkezlerinin birer birer kilometresini ölçtüm elimde verilerim vardı. Bir sonraki yıl müsaade etmedim ve büyük bir uğraş ve mücadeleden sonra km leri düzelttim. İhaleler o verilere göre yapıldı. Vicdanen rahattım kendime göre. İlk işim şoförler için bir oda ayarlamak oldu.
Yönetimimin boş kalan kısmında odalarına uğruyor çaylarını içiyordum. Eğitim üzerine iyi bir dostluğumuz oluşmuştu. Birçok şoförün çocuğunu da okulumuza aldırdım. Böylece tüm çocuklar zamanında yetiştirilmeye çalışılıyordu. Dönem sonlarında öğrencilere verilen takdir ve teşekkür belgelerinin yanında kendi imalatım olan takdirleri zamanında öğrencisini getiren şoförlere de verdim. Bu olay onları o kadar duygulandırdı ki, belgesini almaya gelince heyecandan gözyaşlarını silen yaşlı başlı insanlara rastladım ömrümde. Çünkü bu belkide hayatlarında almış oldukları ilk ödüldü. Dört yıl boyunca taşıma ile ilgili ne bir sorun ne de bir çıkar çatışmam oldu. Okulu onlara sahiplendirmiştim çünkü. Hatta kar tatilinde bile Alişan isminde bir şoförümüz yolu kürekle açarak gelmişti. Okulun tatil olduğunu öğrenince “ben şimdi patrona ne diyeceğim” demişti. “Eğer baştakiler dürüst olursa halkta dürüst olur” sözü bana bu anımı hatırlatır hep.  
  Bir şeyler yapmak lazımdı bu sözde eğitim ortamına. Öğrencilerin bir çoğu 8.sınıfta zar zor okuma yazma öğreniyordu. Ve biz müfredata göre üçgenin iç açılarını işliyorduk. Türkçe anlamayanlara, cümlenin öğelerini öğretmeye çalışıyorduk. Öğretmenlerle lojmanda toplantılar yapıyor, burada bir eser bırakmanın yolunu arıyorduk. Hafta sonu DPY kursları açmaya karar verdik. Bu kurslara taşıma merkezlerinden çocuklar at arabalarıyla gelir oldular. Eşek sırtlarında gelir oldular. Yaya gelir oldular…Yıl sonunda 17 öğrencimiz yatılı lise okumaya hak kazandı. Nihayet ailelerinde bir model oluşmuştu. Devamı kendiliğinden geldi zaten bir çoğu üniversiteye gitti.  
2003 yılında ayrıldım ordan. Bizim ekipte 2005 yılına kadar orda bulundu. O dönemde okuyanların dışında üniversiteye gidenleri duymadım.
 Anlatmam şu ki istenince bazı şeyler yapılabiliniyormuş. Bunda belki, dünya görüşüm, ailem ve sosyal aktivitelerden aldığım sosyal ve manevi sorumluluğumun bir payı vardı ama bu sorumluluğun milli eğitim politikası olması da imkansız değildi.
Yıl 2012 öss’ye giren öğrencilerden sıfır çekenlerin sayısı yüzde iki yüz yirmi dokuz artmış. Hiç yadırgamadım. Hele hele sondan birinci illeri görünce hiç şaşırmadım. Size acı bi gerçeği daha söyleyim bu sayı tahminimce gelecek yıllarda yüzde üç yüz olacak. Yıllardır edindiğim tecrübe ve tuttuğum notlarla kısaca bunun nedenini açıklamaya çalışacağım:

-Değerler eğitimine önem vermediler,

-kars ili Digor ilçesi bilmem hangi mezrasında görev yapan öğretmen ile Antalya sahil kasabasındaki bir öğretmene aynı maaşı verdiniz. Böylece Kars’taki öğretmenin bir an evvel bin bir türlü hile hurda ile tayinini çıkarmasına vesile oldular,

-Yeni mezun olmuş metropol  çocuklarını köylere sınıf öğretmeni olarak atadılar. Dil bilmez, kültürünü bilmez,
basın aracılığıyla kültürlere şartlanmış, istemeye istemeye tercih vermiş KPSS’ye çalış çalış psikolojisi bozulmuş kişilerin okullarda görev yapmasını teşvik ettiler,

-Kesintisiz eğitimin başarısızlığını görmemek için, okullarda çalışkan-tembel öğrenci kavramını kaldırdılar. Bir sonraki yıla on zayıfı olanla takdir alanı yine aynı sıralarda oturttular,

 -Tek eğitim dönemi gelmiş olsa bile, devamsızlığı dikkate almayıp hepsini geçirin diye yazılar yolladılar okullara,

-Taşımalı araçlara tanınan toleransla taşıma ihalelerine talebi arttırdılar,  İhaleden sonra resmiyette belirtilen araç ve şoförlerin kontrolünü yapmadılar. Böylece köyler arası taşımalı araç ihalesi alma rekabetini başlattılar,  

-Hiçbir şekilde bu taşımalı eğitimden mezun olan öğrencilerin SBS durumu nedir, üniversiteye girişteki başarıları nedir diye sormadılar,

-Taşımalı eğitim merkezlerine müdür bulmakta zorlandılar. Niye mi? Çünkü birçok taşımalı eğitim merkezinin okul müdürleri taşımalı araçların kontrolünü yaptığında mahalli baskılara maruz kalmakta ve köye gitmek istememekteydi. Nedenini bildikleri halde buna yönelik resmi bir çözüm arayışlarına gitmediler. Ayrıca, bunları denetlemek için denetmenleriniz ve  şube müdürlerinizin sayısı yetersizdi,

-Uçsuz bucaksız köylerin norm kadrolarını açtılar, fakat o yerleşim yerlerinin çalışma şartlarını, merkezden uzaklığını, su elektrik durumunu özel şartlarda belirtmediler,

-Puanım nereyi tutarsa giderim diyen öğretmenler geldikleri yerin hayallerini süslemediğini görünce dayısını paşasını araya koyup rahat bir yere yerleşince seslerini çıkartamadılar. O rahat yere atanan öğretmenin puanını asıl kadrosunun bulunduğu yerde sayarak tayin puanını arttırdılar. Boş kalan sahipsiz köylere ise iki yıllık hayvan sağlığı mezunu ücretlileri atadılar,

-İki ayda bir, ayda bir, bazen haftada bir öğretmen değiştirdiler. En son atanan öğretmen ise; masum, ayağında lastik ayakkabısıyla gelen suçsuz çocukları görünce acıdı ve hepsine sınıf atlattı. Hiçbir şekilde bunun hesabını vicdanlarından soramadılar,

-lojmanı bozuk, dökülmüş okulları onarmaktansa öğretmenlerin gidiş gelişlerine göz yumdular.  Böylece öğretmen ve köylüyü birbirinden kopardılar. Öğretmenin köyde bir model olduğunu unuttular,

-Ankara Çankaya ilköğretim okulundaki  bir öğrenci ile Siverek Çukurca ilköğretim okulundaki bir öğrenciyi aynı sınava tabi tuttular,

—Taşradaki mahrum bölgelerde öğretmenin çalışma yılını hiç sormadılar.  Onlar için önemli olan öğretmen atamaktı. Ve basına demeç vermekti. Çünkü merkezde atamayı yapan, ya hiç öğretmenlik yapmamıştı, yada bu bölgelerin şartlarını bilmiyordu. Siyasilerin atadığı yeteneksiz, donanımsız ve kukla bir yapıda çalışma sistemini benimsemiş, makamıma karışmasınlar da ne yaparlarsa yapsınlar diyen vurdum duymaz kişilerden seçmişlerdi,  
-Denetmenleriniz öğrencilerin psikolojisinden çok, evrakla planla ilgileniyordu, geçmisin hesabını soramıyordu. Denetmenler o gün kaç teftiş yapıp dönmenin planını yaparken öğrenciler ise; “bu adamlar kim ve ne iş yapar” diye soruyordu. Çünkü denetmenlerinizin sayısı azdı ve tam teşekküllü bir denetimi yapamıyorlardı.
- Bu okullarda nihayet mezun oldular. Gittikleri lise okullarında düzenli disiplinli eğitimle karşılaştılar.
-Liselerde kapı önünde çeteleşen, kız bekleyen, bela bekleyen gençlerin asıl sorunlarına inemediler. Oysaki onların birçoğu o okulun öğrencisiydi.8.sınıftan  mezun olan her öğrenciyi kaydetmiş bunların diploma notunu dikkate almadan aynı sıralara oturtmuştular. Bu öğrenciler başarılı olmayınca kendilerini ıspatlamak, derslerde başarılı olan öğrencilere bir nevi üstünlük sağlamak için başka dikkat çekici faaliyetlere yöneliyordu. Ve sözde rehberlik servisleri bunu bildiği halde hiçbir çözüm üretemiyordu. Çünkü karma eğitim şarttı, seviye sınıfları oluşturmak yasaktı.
-kız ve erkek liselerinin sayısını azalttılar. - Kızını ve oğlunu ayrı liselere göndermek isteyenlere 1500 yıl önceki gerici zihniyet diye nitelediler,
-Ailelerin okula bakışını değiştirdiler. Okullarda kız-erkek pantolon giyme serbestisi getirip kız çocukların eteklerinin diz üstü olmasına müsaade ettiler,
- Basının ve televizyonun programların uyumluluğuna hiç dikkat etmediler. MEB mevzuatında öğrencilerden istenen davranışlarla tvlerin vermeye çalıştığı mevzuatı incelemeye fırsatları olmadı çünkü .Zira altı saat okulda kalan öğrenci geri kalan birçok zamanını televizyon karşısında geçirdiğinden habersizdiler,

Taşımalı eğitimin şoförlerini hiçbir eğitime tabi tutmadılar. Direkt eline bir fotokopi verip bu kurallara uyacaksınız dediler. Onlar da uymadılar. Çünkü çoğunun doğru dürüst okuma yazması yoktu, ne kadar kar elde edeceğinin peşindeydi çoğu zaman,

- O çocuklara yazık ettiler, eğitimden geçmemiş kişileri eğitim işinde görevlendirdiler. O çocukların kaderini onlara havale ettiler. Ki onların birçoğu köylüydü, okula gitmeyi koyun gütme olarak görüyordu. “Bir saat geç gitse ne olacak ki” mantığıyla servisleri okula yetiştirmeye çalışıyordu,
Yasal dayanağını 222 sayılı ilköğretim kanunu ve 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunundan alan, Milli Eğitim Bakanlığı taşımalı eğitim uygulama yönetmeliğinin herkese aynı fırsatı tanıyıp tanımadığını araştırmadılar,

- Bu okullara gelen öğrencilerin normal öğrenim gören öğrencilerden farklı olarak zamanlarının tamamını okullarda geçirmek zorunda olmaları öğrencilerin kontrolü ve korunması problemlerini ortaya çıkarıyordu. Bu okulların spor  ve sosyal aktivitelerin yerine getirilebilmesi için çok amaçlı salon vb. gibi nimetlerden mahrum bıraktılar.

-Taşıma merkezi okullara birden fazla yerleşim yerinden gelen çoğulcu kültür özelliklerini taşıyan öğrenci modellerinin bulunması bu tür okulların yönetimsel olarak problem yaşanmasına neden oldu. İdareciler, çaresiz bir şekilde mecburi hizmet yılının dolmasını bekleyip buradan bir an evvel gitmenin yolunu denediler,

-Gerek veli iletişimi, gerekse öğrencilerin psiko-sosyal ihtiyaçları  dikkate alınarak bu okullarda ayrı bir müdür yardımcısı kadrosu tahsisi için hiçbir çalışma yapmadılar,

-Bu merkezlerde görev yapanlarla şehirdeki ek ders ücretini aynı tuttular. Çünkü bu okulların nöbeti aynen yibo’lardaki gibi zor ve sıkıntılıydı. Öğretmenler bu çok kültürlü tenefüsleri kabus olarak görüyordu, bunun için bir an evvel buradan gitmenin yolunu arıyordu,

-        İster kabul edin ister etmesinler, taşıma ile gelen öğrenciler merkezi okulun başarısını düşürmektedir, fakat onlar  bunu kabul etmediler-etmek istemediler.  
-  öğrencilerin yemek yiyebileceği uygun bir yer tahsis etmediler. Çünkü okullar buna göre planlanmamıştı.
 Bu ve buna benzer birçok nedenle bu okullarda eğitim başarısız oldu. Buralardan mezun olan öğrencilerin ileriki yıllarda ne gibi sorunlar getireceğini bekleyip göreceğiz inşallah.
  Halbuki her şey daha farklı olabilirdi; ideolojik yaklaşımlardan çok dünya standartlarına uygun bir eğitim sistemiyle eğitilecek öğrencilerin dershanelere bile ihtiyacı olmayabilir, bu ülkeye fazla kan kaybı yaşatılmayabilirdi...

Selam ve muhabbetle…

Bu yazı 1453 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum