Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

SİVEREK GÖZÜYLE 2012 HAC

23 Kasım 2012 - 07:33

 


Mehmet Akif Ersoy’un,


Yâ Nebi... 
Şu halime bak 
Nasıl ki bağrı yanar gün kızınca sahranın, 
Benim de ruhumu yaktıkça yaktı hicranın. 
Hârimi Pâkine can atmak istedim durdum, 
Gerildi karşıma yıllarca ailem yurdum. 
Tahammül et dediler, hangi bir zamana kadar, 
Ne bitmez olsa tahammül, onun da bir sonu var. 
Gözümde tüttü bu andıkça yandığım toprak, 
Önümde durmadı artık ne hanuman ne ocak………


……………


diye devam eden Necit Çöllerinde adlı çok sevdiğim bir şiiri vardır. Osmanlıca'sını okumak bana daha da haz verir. Onun özlemle yandığı diyarlara kavuşmasıNecit Çöllerinde isimli bir şiire ilham olmuştu. Bizde ondan aldığımız ilhamla 2012 yılı hac farizamızı kaleme almak istedik. İstedik ki; bizden sonraki kardeşlerimiz için bir rehber olsun. Veya farkına varmadan yaptığımız hataları onlar yapmasın. Çünkü lokman hekime sormuşlar bu güzel ahlakı kimden öğrendin diye ?


O da demiş ahlaksızlardan.


Onların yaptığı hataları yapmadım o kadar demiş.


Bizim yazımızı bu kabilden saymanız temennisiyle…


Diyanet Şanlıurfa Hac organizasyonu beşinci kafile birinci ve ikinci grup olarak Siverek otogarındayız. Büyük  bir kalabalık gidemediği topraklara sevdiklerini uğurlamak için kızgın güneşin altında heyecanla bekliyor. Siverek’e gönül vermiş tüm idari amirlerde hazır bu bekleyişte.


Siverek müftümüzün içten duaları milleti ağlatıyor. Ayrılmak zor, gitmek heyecanlı. Mutluluk gözyaşlarımızla biniyoruz arabaya.


Urfa’dayız. Aynı heyecan orda da devam ediyor. Siverek’te törene yetişemeyenler havaalanında bize yetişiyor. Haccı uğurlamak Anadolu’da bir başkaymış gerçekten.


Beş saatlik havaalanı işleminden sonra uçağımız gökyüzünde süzülüyor.


Medine’deyiz. Aşı kartlarımızla başlıyor yoklama. Pasaport işlemlerinden sonra içeri giriyoruz. Bizi bekleyen arabalarla Medine caddelerindeyiz. 23 Eylül Medine’nin kurtuluş günüymüş.(Osmanlı’dan)  O gün kral Medine şehrini ziyaret etmiş. Sokaklarda mahşeri bir dügün var. Gençler arabaların üzerinde oynuyorlar. Arabalara tırmanıyorlar. Hiçbir sürücü bu şebbablara kızmıyor, tepki göstermiyor. Tüm sürücülerin gözü haccılardan gelecek sadakada. Soförler için sadaka toplamak bir gelenek Suudi Arabistan’da. Bu sürücülerin çoğu fakir İslam ülkelerinden gelen mevsimlik işçi.


Medine’nin müthiş bir manevi havası var. Otele yerleştikten sonra yeşil kubbeyi aramaya koyuluyorum. Mescid-i Nebevi hayal edilemeyecek kadar muazzam ve büyüleyici. Ravza’da herkes ağlıyor. Yarabbim zamanın durmasını istiyorum. Burada zaman geçmesin ve bu tablo hep daimi kalsın diyorum. Hiç ummadığın şahıslar içten ve samimi bir şekilde ağlıyor bu mekanda. Hz.Peygamber, Hz. Ömer, Hz. Ebubekir üç büyükler yan yana.


Secdeye kapananlar, “Ashabı Suffa’nın” ders gördüğü yerde kendinden geçenler, peygamberin evinde secdede ağlayarak ve hıçkırarak rabbine yalvaranların feryadı yüreğimize işliyor. Riyasız bir ağlama bu kanımca. Çünkü bu ağlama hem kulağa hem göze hem gönüllere işliyor. Anlamak için o atmosferi teneffüs etmek lazım. Gönülden diyebilirim ki bu atmosferi teneffüs edenler mutlaka değişime uğrar. Lakin geldiği bölgede de değişme ihtimali yine var.


Medine Medine Medine!Şeriatın merkezi Medine!


Sen gerçekten farklıydın. Bizi biz yapmıştın. Öze dönüş için ilkin sana gelmek sende buluşmak ve seninle kucaklaşmak bir başkaydı. Sen ki peygambere de kucak açmış, İslam’ın ilk çekirdek şehri olmuştun. İsminle müsemmaydın. Medeniyet sende anlam bulmuştu. Diri diri toprağa gömülen kız çocuğu değeri sende bulmuştu. Sokaklar nur, caddeler nur ravza nur, insanların nur, misafirlerin nur…


Sabah namazında Medine imamının arkasında namaz kılmak için insanlar beş saat erkenden camide yer alıyor.


Türkiyeli haccıların en büyük sıkıntısı klimalar oluşturuyor burada. Çünkü dışarısı 40 derece sıcak içerisi 5-6 dereceye kadar soğutuluyor. Ve ilk haftayı soğuk alarak geçiriyor haccı adaylarımız.


Mescid-i Nebevi’  namaz kılmak büyük bir haz Müslümanlar için.


Yanında Ravza ve dünyanın en güzel sesine sahip imamların arkasında Müslümanların göz yaşlarıyla  sabah namazını kılması bir başkadır Medine’de.


Medine’de dokuz gün kaldık ve bu zaman dokuz dakika kadar kısa bir zaman dilimiydi zihnimde. Sabah namazından sonra farklı devletlerden gelen kafileler kendi lisanlarıyla irşad çalışması yapıyorlar. Ellerinde flamaları, tabelaları, bayrakları var. Mescid-i Nebevi aynı anda bir milyon insanın namaz kılacağı büyüklükte bir yapı. Caminin avlusunda ilim sohbetlerinden hangisini dinlemeye karar vermek zor olsa gerek.


Afganistan ve Pakistan alimleri hem lisan kal hem lisan-ı halleriyle birlikte anlatıyorlar dini Muhammed-i. Türkiyeli Müslümanlar bağdaş kurup, grup başkanlarını dinliyorlar. Tabiî ki her grup başkanı yapmıyor bu çalışmayı. Samimi grup başkanları büyük bir öz veriyle hac menasıklerini anlatıyor. Bazı grup başkanları kuran okumayı yeterli buluyor. Bizi en çok üzen ise; nerdeyse tüm haccı adaylarımızın yaşlı ve okuma-yazma bilmemesi, kuran okuyamaması ezberlerinin az olması.


Afgan âlimlerinin Vehhabi alimleriyle tartışması mükemmeldi. Kabir ziyaretlerinin şirk olduğunda ısrar eden Vehhabi alimlerine ayet ve hadislerle cevap veren Afgan alimleri  Suudi Alimlerini heyecanlandırıyordu adeta.



Afganlıların bizim buradaki zazaca’ya yakın bir dilleri var. Konuşmalarının yüzde kırkını anlayabiliyorsunuz. Biraz Farsça’nızda varsa hiç sıkıntı yok.


Habibullah isimli bir Afgan mücahidle uzun uzun konuştuk. Kendisi Talibanın irşad mekteblerinde görevliymiş. Uzun süre militan olarak görev yapmış.Yirmi beş yaşlarında. Türkiye ve Müslümanlarını çok merak ettiğini belirtti. Bu arada dünya Müslümanları arasında Türkiye’ye karşı müthiş bir sevgi var. Türkiyeli olduğumuzu öğrendiklerinde yüzleri gülüyor başbakanın ismini söyleyip bizi tebrik ediyorlar.


Sudan, Gana, Nijer, Yemen, Bangladeş gibi ülkelerden gelen Müslümanların halleri bizi düşündürüyor. Hem temizliğe riayet etmiyorlar hem de rasgele ulu orta yerde uzanmaları w.c’lerde banyo yapmaları ekonomik durumlarını ortaya koyuyordu.



Öğlene doğru çarşı ve pazarda büyük bir hazırlık var. Dükkânlar kapanıyor. Ben Arabistan’da sıcaklardan dolayı öğle vakti halkın uyuduğunu duymuştum. Fakat bu hazırlık uyuma hazırlığı değildi. Allahu ekber sadasıyla alışveriş kesiliyor ve “ba’deh-u sala” (namazdan sonra) kelamı tüm alışverişi bitiriyor. Öyle bildiğimiz kameralar, asma kilitler yok burada. Basitten bir bezle tezgâhlar kapatılıyor alışveriş yapılmadığı imajı veriliyor. Ve namazdan sonra alışveriş kaldığı yerden devam ediyor. Medine’de yerli halktan yüzü açık kadın göremedim. Fakat haccılarda türlü türlü kültürel giyimler mevcut. Her ülke kendi milli kıyafetini serbestçe giyebiliyor.  Esnafın çoğunluğunu Hind, Özbek, Bangladeş, Pakistan ve Türk Müslümanlar oluşturuyor. Türkiye’ye nazaran fiyatlar düşük. Özellikle elektronik, vergilerin çok düşük olması nedeniyle daha da ucuz. Seyyar satıcılarının çoğunu yüzü peçeli kadınlar oluşturuyor. Tezgâhları hamse(5) ve eşera(10) riyale satılan ürünler süslüyor.


Medine’de maneviyat başkadır. Baki kabristanındaki sahabe mezarları bizleri hüzünlendiriyor. Uhud Dağı, Uhud şehitleri, bizi Asrısaadete Hz. Hamza’ya  götürüyor.


Sokaklarda trafik çok sakin. Sürücüler haccılara büyük bir saygı duyuyor, geçmelerini büyük bir sabırla bekliyor. Onlar Allahın misafiri ana teması hakim şehirde.


Mescid-i Nebevi’de haftanın belirli günlerinde Ashabı Suffayı canlandıran dersler veriliyor. Müslüman ülkelerden gelen öğrenciler, bu camide milletin meraklı bakışları arasında tefsir, kelam, siyer, Arapça ve matematik dersleri alıyor. Yirmiden fazla grup var. Yaş kategorisine göre müdderisler ders veriyor onlara. Caminin her köşesinde ezber yapan talebelere rastlamak mümkün. Gana’lı bir öğrenciyle sohbette kendisinin bugün sınavı olduğunu kendisine de dua etmemi talep etti. Umarım sınavı iyi geçmiştir.


Urfa’lı bir haccı elinde kalem ve kağıtla ders sırasında müdderisin yanına gidip elini öpmeye çalıştı. Genç müderris müsaade etmedi. Elinde kalem kağıtla bir şeyler yazmasını istiyordu ondan. Türkçe konuşuyordu. Müdderis anlamadı. Yanına yaklaştım durumu anladım. Müdderis büyük bir sinirle şirk şirk diye bağırarak haccıyı tersledi. Ama haccı ısrarlıydı. Doğum sırasında çocukları ölen kızı için bir muska yazmasını istiyordu. Garip ama Anadolu Müslümanlığı böyle bir şey işte. Dinin yeri ayrı sosyal hayatın yeri ayrı zihniyeti her yerde devam ediyor işte. Oysaki Arabistan’da din hem bireyde, hem de toplumda yaşanmaya çalışılıyor.


Eksiğimiz hakikaten fazla.


Sırasına riayet etmeyen haccılara diyorum ki:


Haccı ağabeylerim!


Kul hakkına riayet, hacdan farizasından daha efdaldir. Kim takar nasihati. Otobüsler gelince yaşlısı, hastası direkt arabalara koşuyor. Ben duygusu buradada Türkiyeli Müslümanları bırakmıyor.  Daha sonra tartışmalar yaşanıyor. Millet araya giriyor. Şahit olduğum bir olayda; Türkiye’ye ait otobüse binme kuyruğunda iki kişi öne geçtin kavgasında yumruklaştılar. Ambulans bile geldi. Şuursuz ve kura ile yapılan Anadolu haccılığı böyle bir şey işte.


Medine şehrinde dokuz gün kaldık. İhramlaşıp Mekke’ye doğru yol aldık.


Mekke! Peygamberi istemeyen onu göçe zorlayan bedeviler şehri Mekke! Tam 450 kmlik bir yoldan sonra Mekke’deyiz. Mekke, Medine’ye nazaran büyük bir taşlık üzerine kurulu. Etrafı dağlarla çevrili tamamen çöl bir şehir. Şehir Medine’ye nazaran sokak ve caddelerinin çöpten geçilmemesiyle gözümüze çarpıyor. Cadde ve sokakları henüz iyi bir imardan geçilmiş değil. Hatta birçok mahallede yeraltı hizmetleri bile yok. Her yer otel. Düz arazi yok artık Mekke’de. Sıra dağlarına gelmiş. Evet,yeni yapılan bütün oteller dağlardan elde edilen arazilere kuruluyor. Dört bir taraf otel veya Arapça ismiyle funduk.


Ev çok az. Zaten Mekke yerlisinin çoğu da ya yurt dışında ya da daha büyük şehirlerde iş yapıyor diyorlar. Mekke’ye hemen hemen hiç yağmur yağmaz. Yağsa da çok az. Bu yüzden suyu yoktur Mekke’nin. Cidde’den denizden kazanılmış suyla ihtiyaçlar gideriliyor. Bu yüzden orda su petrolden daha pahalıdır.


İlk umremizde Siverekli haccılarımız ağlayarak tekbir ve telbiye getiriyorlar. Allahım bu ne kalabalık. Gözlerim yıllardır kulaklarımdan savtı silinmeyen Mekke İmamı Sudeysi arıyor. Bekliyorum ki arkasında namaz kılayım. Kanaatimce Kabenin tek imamı Sudeysmiş. Meğer Kabe’nin yirmiye yakın imamı var, ve Sudeys emekli olmuş. Mahir el Maiklinin ardından namaz kılmak nasip oluyor neyseki bize.


Renk renk insanlar. Dualar ve zikirlerle tavaf yapıyorlar. Hacer-ül Esvedün daimi müşterileri boyları iki metreyi bulan sudanlı Müslümanlar. Kimseye kaptırmamaya niyetliler galiba. Siverekli haccılarımızda büyük bir şevkle Hacer-ül Esvede ulaşmaya çalışıyorlar. Hareme girişte kadın ve erkek polisler çantanızı kontrol ediyor. Kabeye ayakkabıyla girmek yasak. Tüm haccı adaylarında ayakkabı için poşet bulunuyor.


Bina olarak Harem dediğimiz Kabe ve civarı mükemmel bir mimari yapıya sahip. Dünyanın sayılı mimar ve mühendislerinden oluşan bir şirket imarını üstlenmiş. İnşaatı henüz devam ediyor. Resmi açıklamalara göre bu yıl beş milyon insan haccı olacak. Tabiî ki bunun yanında kaçak yollarla gelenler ve civar şehirlerden beş günlük için gelenlerin sayısıyla sayı altı milyonu buluyor. Bu yüzden şehre gerekli olan hizmet verilemiyor. Arafat dağına çıkacağımız günlere yakın trafik tamamen tıkanıyor. Büyük araçların girişi yasaklanıyor. Haccılar ya yaya ya da yüksek ücretler ödeyerek taksilere binmek zorunda.


Çevrecilik şuurunun tam olarak oturmadığını fark etmek zor olmuyor Müslümanlarda. Mübarek yerlere tükürüp sümkürenlerin haddi hesabı yok. Çöpleri rasgele yerlere savuranlara Suudlar ne yapsın. Allah onlardan razı olsun ne polisi nede hiçbir görevlisi yapılan bir hata karşısında kızıp bağırmıyor. Mimiklerle hata olduğunu belirtiyor o kadar.  Temizlik beyinlerinde başlamalı Müslümanların. Üzülüyorsun tabii olarak. Yeryüzünün kendisine mescid kılındığı bir dinin mensupları olarak her tarafı bir mescid titizliğiyle korumak, temiz tutmamızı gerekirken şuursuzca kirletip atabiliyoruz işte. Avrupa olsaydı kesin bir çözüm üretirdi buna yüksek cezalar uygular o kutsal yerlerde yerlere tükürmenin bedeli ödettirdi. Defalarca kendimi sorguladım. Yıllardır mücadelesine ortak olduğum bir davanın mensupları bunlar olmamalıydı diye. Gözün güzeli görsün, aklın güzeli düşünsün diyerek geçiştirip durdum.


Arafat Dağı’na çıkacağımız gün şehirdeki tüm meyve ve sebzelerin fiyatı beş katına çıkıyor. Her şeyiyle dışa bağımlı olan Suudi Arabistan’da her şeye rağmen fiyatlar vergilerin  düşük olması nedeniyle epey düşük yinede.


Arafat Dağı tamamen mahşerin provasının olduğu, kefenin ilk provasının yapıldığı bir yerdir. Türkiye’ye ayrılan çadırlarda Türkiye’den gelen güzel sesli hafızlardan kuran dinliyoruz. Tüm dünya Müslümanlarının elinde kuran veya dua kitabı varken, bizimkilerin çantasında kesme ve pastıxden başka bir şey bulmak zor. Yaşı ilerlemiş dinleme yetenekleri kaybolmuş ve çoğu okuma ve yazma bilmeyenlerden oluşuyor Türkiyeli hacılarımız. Bol bol Siverek sohbeti yapıyorlar. Diyanetin sohbetini bile dinlemek istemeyenler var. Kendi aralarında konuşanların sayısı biraz fazla. Derken asra damgasını vuran Diyanet İşleri Başkanımızın muhteşem hitabetiyle Arafatta Vakfe duası başlıyor. Yarabbim! o ne hitabet? Herkes ağlıyor. Değinmediği sorunu yok Türkiyenin. Bir buçuk saat hiç bıkmadan duasına amin diyoruz. Samimiyeti bu olmalı duanın. Kelimeler o kadar mı özenle seçilir, yaralar o kadar mı güzel dile getirilir. Hastalıklar bu kadar güzel mi teşhis edilir. Yarabbi O’ndan razı ol, biz orda ondan razı olduk. Okuyucularımıza tavsiyemdir. Yuotube da var 2012 Arafatta Vakfe duası ismiyle ulaşmak mümkün.


Arafat’tan Mina’ya 10 km’lik yolculukta birçok haccımız kayboldu. Bir kısmı iki gün sonra bulunabildi. Mahşeri kalabalık bu. Yaklaşık yüzbin kişinin aynı anda akın ettiği bir yolu Türkiye’ye tahsis etmişler. Suudi Arabistan’ın büyük bir hizmeti var haccı adaylarına. Tünel çalışması izdihamı önlemiş Mina’da. Şeytan taşlamada yanında getirdiği büyük bir taşı büyük bir aşkla şeytana atan bile var. Hatta galayana gelip elindeki bastonu, ayağındaki terliği bile fırlatana rastlamak mümkün. Şeytan taşlama sırasında herhangi bir sorun yaşamıyorsunuz. Polisler iyi çalışıyor. Rehberlik hizmetlerinde iyi derecede yardımcı oluyorlar. Kabe’yi tavaf ve ikinci üçüncü gün tavaflarından sonra haccılarımız kendinden emin bir şekilde birbirlerine haccı demeyi ilke ediniyorlar.


Hac farizası yerine getirildikten sonra haccılarımızda yoğun bir alışveriş telaşı başlıyor. Kabe’ye doymayanlar yürüyerek gidip geliyorlar. Bu arada sokaklar çöpten geçilmiyor. El birliğiyle, çöp altında kalan bir arabayı milletin çıkardığına şahit olduk. Bilinçsizce sağa sola atılmış ihramlar, çadırlar, saçlar, hazır yemekler, şehirde ağır bir kokunun hakim olmasına neden oluyor. Belediye, gece gündüz demeden temizliyor ama nafile. Kendimce dedimki buranın  yönetimine yazı yazıp her devletin en az bin tanede temizlik görevlisini yanında getirmesini şart koysunlar diye yazacağım. Sonra kendi kendime dur bari burada da dünyanın derdi seni germesin.


Fırsat buldukça ordaki eğitim sistemini incelemek ve eğitim anlayışlarını anlamak üzere okullarını ziyaret ettim. Öğrenci ve öğretmenlerle sohbet ettim. Bizden çok farklı bir eğitim anlayışları var. Lükse düşkün bir gençlik yetiştirmişler. Ciddi bir okul ve eğitim anlayışları yok gibi algıladım. Zaten ordaki birçok öğrencide okulun zahmetli ve müşkil bir iş olduğunu ailelerinin baskısından dolayı geldiğini belirtiyorlardı. Dikkat çeken bir tarafı öğrencilerin çantasında kuran ve namazlığın hazır bulunmasıydı. Derse namaz aralığı veriliyordu. Dersler genelde öğleden sonra yapılmıyor.


Yaşlılarımızla yakından ilgilenmeye çalışıyordum. Bazen buraya genç gelmek bir sorun geç(ihtiyar) gelmek bir sorun diyebiliyordum. Geç gelenler gençlere ağır yük oluyorlar burada. Hele hele din görevlilerin işi gücü kaybolan ihtiyarları bulmak oluyor. Bazen sabahtan akşama kadar hasta veya kayıp biriyle ilgilenmek durumunda kalıyorlar. Dolayısıyla diğer hacılar din görevlisini beklemek zorunda ve tavafa gidemiyorlar. Allahtan orada kişinin içinden iyilik yapma hissini Allah yüksek düzeye çıkarıyor. Ve kişi mutlaka birilerine yardım yapmak istiyor. Ama işin püf noktasını öğrenmiş bazı din görevlilerinin yanlış tutumuna da değinmeden geçemeyeceğim. Kırk sekiz günü ben hastayım diyerek odasından çıkmayarak, telefonlarını kapatarak ve haccı adaylarını başka görevlilere yükleyen sözde uyanık görevlilerimizde yok değildi. Allah onları ıslah etsin. Gözlemlerimi bana orda şunu dedirtti. Bu tür sözde görevliler samimi dindarları da pek sevmiyor. Çünkü yanlışını belirten haccılarımıza tavır koyuyorlardı. Halbuki yapması gereken büyük bir olgunlukla ben yanlış yapıyorum, hata yapmak insana mahsustur din sadece din görevlilerine ait değildir deyip teşekkür etmek ve hakkınızı helal edin demek olmalıydı.


Diğer bir yaram da çarşı pazarda satılan ürünlerin çoğunun Made İn China olması. İki milyon nufusu olan bir dinin mensupları kominizmin doruk olduğu Çin’den gelmesi ve bu ürünlerden elde edilen karla komünizmin propagandasının yapılıyor olması beni derinden yaralıyordu.


Bütün bu sözde olumsuzlukları görmek sanırım kişiliğimle ilgiliydi. Bütün bunları görmezden gelip sıradan davranmakta mümkündü tabiî ki. Her şeye rağmen yarın gitmek ister misin deseler her şeyi bırakıp ardıma bile bakmadan gitmek ve orada ölmek isterdim. Zaten kabe ile de vedalaşamadım bir türlü yine gelirim umuduyla. Orada öğrenilecek çok şey var aslında. Daha şuurlu Müslümanlar umarım ki bu anlamlı buluşmayı zirveye taşıyacaklardır. Müslümanların ortak karar mercii veya bir halifelerinin olmaması sanırım sorunun ana kaynağını teşkil ediyor.


Orada değişmeyen insan yoktur kanımca ama ordan gelip değişmekte mümkün tabiî ki. Çünkü iman sabit bir nokta değildir. Arttırılıp eksilebilen ve sürekli takviyeye ihtiyacı olan bir unsurdur.


HAC HUSUSUNDA EDİNDİĞİM DENEYİMLER VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ:


· Diyanet işleri başkanlığı haccı adaylarına bir kısıtlama getirmelidir. Örneğin okuma yazma bilmeyen yaşlı ve hasta birini yurt dışına göndermek ne kadar uygun bir karar. Ciddi anlamda bu halka hac aracılığıyla bir şey vermek istiyorsa okuma-yazma zorunluluğunu, kontenjan kısıtlamasını neden göstererek getirebilir. Çünkü kontenjanı az olan bir organizasyonda adayın şuurlusunu seçmek topluma mesaj verebilmesi açısından daha makul olur kanaatini getirdim.


· Malezya modelinde sınırlı sayıdaki kontenjana sınavla haccı adayı alınıyormuş. Şahıslar altı aylık bir kurstan sonra sınava tabi tutuluyor ve yaşına bakılmadan sınavı verenler haccı olabiliyor. Dolayısıyla sınavı verenlerin çoğu da gençlerden oluşuyor.


· Birçok okuyucu diyeceki adam 60 yaşına kadar çalışmış ancak parasını biriktirebilmiş ki gelebiliyor. Evet bu doğru. Buna da çözüm bulmak mümkün. Gerçekten oranın aşkıyla yanan genç birine devlet neden cüzdanı açmasın ki. Üstelik haccın toplumsal açıdan bu kadar önemi ortadayken. Çiftçiye verilen destekleme neden bir ilahi aşka da destek olmasın ki? Devlet faizsiz olarak haccı adayına belli  bir meblağ niye tahsis etmesin? Mesela İran 500 Euoro’ya haccı oluyordu. Ama devlet destekliydi.


· Diyanet görevlileri yaklaşık 40-50 günlük bir ziyarette adaylara çok şey öğretebilir. Samimi olan görevliler ya kaybolan haccıları arıyor ya da birkaç kişiyi tavafa götürüyorken, işin püf noktasını öğrenenlerde günü otel odasında yatarak geçiriyor. Diyanetin daha kalifiyeli elemanlar yetiştirip hac süresi boyunca tebliğ edecek ve gerçekten ruhlara tesir edebilecek bir programla haccıları eğitmesi gerekiyor.


· Diyanet sadece kendi başkanlığının personelini değil, Milli Eğitim Bakanlığında ilahiyatçı öğretmenleride görevlendirebilir. Bir üniversite mezununun görev verimliğiyle  bir lise mezununun verimliliği bir olmasa gerek.


· Diyanet ciddi anlamda bir sağlık raporu istemelidir haccılardan. Yaşlıların gidip de orda öleyim zihniyeti yıkılmalıdır. Birçok haccı adayı, diyanet görevlilerini sandalye kiralamaktan ve geri kalmaktan, doktora götürmekten artık canından bezdirmiş. Oysaki 40-50 günlük bir zamanda diyanet görevlileri tebliğ ve irşatla uğraşıp haccılarımızın birçok şey öğrenmesine sebep olabilir.


· Diyanet işleri Mekke’de Mekke belediyesine yardımcı olmak üzere yanında temizlik görevlilerini de götürme teklifini yapabilir. Hakikaten Mekke şehri çok kirli ve maneviyatın olduğu bir yerde koku ve çöpten geçilmemesi maneviyatı etkiliyor.


· Türkiye yeniden Hicaz demir yolları projesini canlandırıp Ortadoğuya bir kapı açabilir. Çok ucuz olan tren taşımacılığıyla hem bu ülkede kalış süresi kısalır hem de ülkeye gidiş gelişler çoğalır ve masraflar azalır. Umre seferleri daha da arttırılabilir.


Bu vesileyle gerek telefonla arayıp ve gerekse bizzat yanıma gelip beni ziyaret eden tüm dostlarıma candan teşekkürlerimi sunar rabbimin en karib bir zamanda kendilerinede haccı nasip etmelerini niyaz ederim.



Selam ve Muhabbetle..


Mustafa KARADAĞLI



 

Bu yazı 1491 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum