Mustafa Karadağlı

Mustafa Karadağlı

[email protected]

ZEKAYA DAİR BİR DENEME

09 Mayıs 2016 - 12:46

Velilerden sık sık duyarım:

"Bizimkinin zekası var ama bizimkinde iş yok." "İsterse herşeyi yapar"... Zeka var ama başka yönde kullanıyor. Daha bunu gibi birçok kelam ...

Zekasının iyi-kötü olduğunu nereden biliyorsunuz?" dediğimde; ailesinden başarılı öğrencileri ve çocuğun kendince tespit ettiği kurnazlıklarından bahsetmekte, adeta bununla iftihar etmektedir.

Eğitim sistemimizde, talebenin başarısı, eğitim kurumlarının ve eğitimcilerin başarılarını belirleyen başat bir ölçüt kabul edilmektedir. Bu nedenle, eğitim kurumlarında en çok kullanılan kavramların başında öğrenci başarısı gelir. Başarı öncelikle öğrencinin akademik hedeflerine ulaşması ve sağlıklı yaşam becerilerini kazanması adına, öğrencinin öz başarısını ifade eder. Okul, öğretmen, müfredat, ders araç-gereçleri, hatta öğrenci yeterlilikleri öğrenci başarısı ile ortak ele alınır. Bu durum, dünyanın birçok ülkesinde de benzer özellikler gösterir.

Okul başarısında zekâ faktörü, sıkça söz edilen bir değişkendir. Zekânın ne olduğu konusunda pek çok bilimsel çalışma yapılmış ve yapılmaktadır. Ve hala da kesin bulgulara ulaşılmış değildir. Bu da Allahın bir hikmeti olsa gerek...

Zeki anne ya da babanın çocuğunun da zeki olacağı, zeki olanların ise okul başarısının yüksek olacağı beklentisi, bilim çevrelerinde kabul gören görüşlerden birisidir. Ama kesin bulgular değildir. Çocuğun zekâsının anneden geçtiğini ileri süren bilim insanları da vardır. Genetik faktörlerin, öğrencilerin başarısında önemli bir etkiye sahip olduğu genel bir kabuldür. Bunu şahsen öğretmen olarak çalıştığım Siverek Karakeçi Bölgesinde gözlemledim. Akraba evliliklerde çocukların algı düzeyleri genelde aynıydı. Fakat bölge dışından gelen gelinlerin çocuklarında farklı bir zeka seviyesinin olduğu tespitlerim arasındaydı.

Şunu açık ve net söylüyorum:

Sözel ve Sayısal diye bir zeka yok. Bu öğrenilmişlik çaresizliktir bence.

Öğretici, beynin hangi yönünde daha fazla bir çalışma yaptırırsa lob, o yönde bir gelişim sağlar o kadar. Sağ ve sol elimizin kullanımına göre sağ elin daha güçlü olması gibi.

Ortaokul ya da lise öğrencisine: ‘Sende sayısal zekâ yok. Bu yüzden matematik ya da fizik dersinde başarısızsın’ demek, bir “şehir efsanesidir”. Türkiye’deki ilkokul, ortaokul ve lise programında başarılı olmak için sayısal, sözel ya da dil zekâsına sahip olmak gerekmez. Müfredatın öğrenci seviyesi üzerinde olduğunu kabul etmemize rağmen, öğrencilerin fen-matematik alanındaki başarısızlığının altında aslında pek çok farklı etken bulunmaktadır. Bu etkenlerin başında, öğrencilerin hazır bulunuşluk düzeylerindeki düşüklük ve alt öğrenmelerde yetersiz kazanımların olması gelmektedir. Örneğin, Taşımalı eğitimdeki bir çocuk ile Ankara Çankaya Ortaokulundaki bir çocuğu, aynı sınava tabi tutarsanız ne kadar verimli bir netice alırsınız? Öğrenciler, dezavantajlı ailelerden ya da çevrelerden geliyorsa, bu sorun katlanarak artış göstermektedir. Anne ya da babanın farkındalığının yüksek olduğu, eğitsel bilince sahip olduğu, öğrenciye ekstra takviye yapıldığı durumlarda öğrenci başarısında bariz artış görülmektedir. Fen-matematik alanlarında destek almayıp, alt öğrenmelerde zayıf öğrenciye ‘Sende sayısal düşünme becerisi yok.’ demek, özel ders ve diğer takviyelerle desteklenen öğrenciye sun’i başarı yaratmak ve sayısalcı damgası vurmak ne kadar bilimseldir?

Eğitim fakültesinde şunları öğrenmiştim:

Çocuğun öğrenme, sorun çözme ve yaratıcı düşünme gibi özellikleri IQ olarak tanımlanır.

IQ seviyesi çok yüksek olmasına rağmen EQ (Duygusal zekâ) puanı düşük olan çocukların, akademik başarısının yüksek olmadığı da bir gerçektir. Duygusal zekâ daha çok sebat etme, mücadele etme, duyguları etkili yönetme olarak tanımlanırsa, duygularını kontrol edebilen öğrencilerin daha avantajlı olduğu ortaya çıkmaktadır. Özellikle hedonizmi (haz merkezcilik) yok edebilen ve aklını kullanabilen çocuklar, bu aşamada başarıyı yakalamaktadır. Öğrenci başarısının asıl belirleyicilerinin başında zekâ yer alsa da, duygusal farkındalık ve duyguları iyi yönetebilmek, hedeflere odaklanabilmek, yaşamında kaliteyi artıracak dinamiklere yönelebilmek önemli rol oynamaktadır.

Şaban, olarak adlandırdığım IQ su yüksek bir öğrencim, tüm matematik ve Türkçe sorularını ful yapardı. Fakat bu çocuğun bir gün olsun, espri yaptığını, toplum hizmeti gibi kavramlar ilgilendiğini ya da bir çocuğa şefkat gösterdiğine hiç şahit olmadım. Bu yüzden kendisine şaban derdim-diyorum.

Şaban, iyi bir üniversiteden derece ile mezun oldu ama iş ve meslek hayatında sosyopat ve çok başarısız oldu. Çünkü EQ seviyesi yeterince bilenmemişti...

Yıllar önce ders kitaplarında okuduğum bir araştırmayı "google amca" sayesinde tekrar buldum.

TIMSS sınavlarında, önemli bir durum tespit edilmiştir. Bu sınav öncesinde öğrencilere 120 soruluk bir anket uygulanır. Bu anket, ayrıntılı ve sıkıcı sorulardan oluşmaktadır. Bazı öğrenciler, anketi özenle doldururken, bazı öğrencilerin eksik ve baştan savma doldurarak geçiştirdiği fark edilmiştir. Erling Boe adındaki bir eğitim araştırmacısı, anket sonuçlarını ve matematik başarılarını karşılaştırdığında, ilginç sonuçlara ulaşmıştır. Anketi eksiksiz dolduran öğrencilerin matematik başarı testi yüksek, baştan savma ve eksik dolduranların ise matematik testi başarı seviyeleri düşüktür (Gladwell, 2015:201). Anketi sabırla ve özenle dolduran öğrenciler; sebat etme, duygularını kontrol etme ve hedefe ulaşıncaya kadar engeller karşısında pes etmeme davranışını kazanan öğrenciler oldukları için, matematik testinde de aynı davranışı gösterip başarıyı yakalamışlardır. Araştırma sonuçlarına dayanarak iki soru akla gelebilir: 1. IQ’su yüksek olan çocuklar, IQ’ları yüksek olduğu için mi duygularını daha etkili yönetmektedir? 2. Duygusal zekâsı yüksek olanlar, IQ seviyesi ne olursa olsun, duygularını daha iyi yönettikleri için mi akademik başarıları yüksek olmaktadır? Elbette ki duygusal zekâsı yüksek olanların, akademik başarılarının da daha yüksek olduğu ileri sürülebilir.

Okul başarısında diğer bir faktör, okul öncesi eğitim faktörüdür. Çocukların okul öncesi yaşantıları, akademik başarılarının önemli bir belirleyicisi midir? Okul öncesinde, ailenin çocuğuna okuma-yazma öğretmesi ya da temel matematik becerisi kazandırması, akademik başarıyı nasıl etkilemektedir? Okul öncesinde çocuklara bazı temel kazanımların çok erken verilmeye başlanması, okul başarısında olumsuz bir etkiye sebep olabilir. Çünkü, çocuk öncelikle seviye üstü öğrenmelere maruz kaldığı için tükenmişlik yaşamakta ve özgüvenini kaybetme sorunuyla karşı karşıya kalmaktadır. Sürekli başarı beklentisinin işlendiği bir ailede yetişen öğrenci; kendi ilgi, istek ve kabiliyetlerinin farkına varamadan kendisine biçilen rolü oynamak zorunda bırakılmaktadır.

Diğer taraftan çocuklara, aslen kazandırılması gereken en temel becerilerin başında dinleme becerisi gelmektedir. Çocuğun seviyesine uygun bir öyküyü, örnek olayı, sabırla dinleme becerisini kazanmış olması gerekir. Bu beceri, aile tarafından kazandırılmalı ve okulun ilk yılından itibaren eğitim hayatında pekiştirilerek devam ettirilmelidir. Bu aşamada ikinci olarak, dinlediğini anlama ve seviyesine uygun sözcüklerle ifade yeteneğinin gelişmesi sağlanmalıdır. Kelime dağarcığının gelişmesine katkı sağlayacak etkinlikler uygulanmalı ve somut kavramları rol-canlandırma ile özgün ifade etmesi adına uygulamalara yer verilmelidir. Anadilinin deyim ve atasözü zenginliği, somut ve soyut öğrenmelere transfer edilmelidir. Üçüncü olarak, çocuğun bir yönergeyi takip ederek bir işi yapabilme, sonuçlandırma ve sorun çözme becerisini kazanması gerekir. Çünkü daha sonraki öğrenmelerin çoğunluğu yönerge takip etmeyi ve sonuçlandırmayı kapsamaktadır. Dördüncü olarak, çocuğa aile ve okul yaşantısında yeterliliklerine göre sorumluluklar verilerek sorumluluk bilincini kazanması, özgüven duygusunu pekiştirmesi, birey olduğunu öğrenmesi sağlanmalıdır. (Düşünün, bazı velilerimiz çocuğun ayakkabısını bağlamakta, çantasını sınıfa kadar taşımakta ve bunu onu sevdiği için yaptığını iddia etmektedir.) Bu kazanımlar sonucunda çocuk, öz-kontrolünü sağlama ve özyönetim gerçekleştirme davranışlarını kazanmada önemli bir yol kat etmiş olacağından, kendini kontrol etmesi ve yönlendirmesi daha kolaylaşacak ve bu durum alışkanlık hâline gelecektir. Bu öğrenmeler esnasında temizlik, beslenme gibi öz-bakım kazanımları ile kurallara uyma, paylaşma ve sorun çözme gibi sosyal yaşantıya dair becerileri de kazanmış olması beklenmektedir. Okul başarısında önemli faktörlerinden bir diğeri ise, fiziksel ve bilişsel yeterliliklerdir. Çocuklar ilkokula geldiklerinde, genel olarak aynı yaş grubunda olmalarına rağmen, gelişim özelliklerinin farklılığından dolayı başarı düzeyleri arasında fark olması doğaldır. Biraz önce açıkladığım bir mevzuya burada bir açıklık getireyim. Bazı çocuklar, sayısal öğrenmelerde daha iyi iken, bazıları sözel öğrenmelerde daha fazla başarı gösterir. Bu durumun nedeni ne olabilir? Konu hakkında literatürde “Matta etkisi” adı verilen bir durumdan söz edilmektedir. Başlangıçta anlamamıştım; fakat biraz kurcalayınca dikkate değer bir yanınında olduğunu fark ettim.

Matta etkisi, ismini Matta İncil’indeki ‘Yeni Ahit’ ayetinden almaktaymış. Bu ayette: “Çünkü, kimde varsa ona daha çok verilecek ve o bolluk içinde olacak. Ancak; kimde yoksa, kendisinde olan da elinden alınacak” ifadesi bulunmaktadır. Bu ayetin meali: Daha da büyük başarılara ulaşacak olanlar, mevcut durumda başarılı olanlardır; bir diğer deyişle, kendilerine özel fırsatlar verilenlerdir. Okulda ve sporda en avantajlı olanlar yaşça büyük olanlar ve en fazla antrenör ya da öğretmen desteği sağlananlardır. Bu kuramı öğrenince ne kadar büyük bir yanlışlık yaptığımın farkına vardım ama çok geçti. Bu hususta en büyük hatayı, üç numara çocuğum Mervan'ı Bakan, DİNÇER zamanında beş yaşında okula vererek yaptım. Çocuk, akranlarından iki yaş küçük bir sınıfta her gün ezilerek hayata tutunmaya çalışmakta ve çok çalışmasına rağmen aynı düzeye gelememektedir.

Mantıken, 60 aylık çocukla 72 aylık çocuk aynı sınıfa kaydedilmiş ise, 68-72 aylık olanlar avantajlı, 60-67 aylık olanlar ise dezavantajlı olacaktır. Aynı zamanda, gelişim psikolojisi açısından, bu çocukların gelişimleri farklı olduğu gibi, öğrenme psikolojisi açısından yaşça küçük olanların bir üst öğrenmeye zorlanmakta oldukları söylenebilir. Tahminen bu öğrenciler, yapılacak ortak sınavlarda çok az tam puan alacaklar ve/veya çoğu merkezi sınavlarda, kendilerinden beklenen başarıya ulaşamayacaklardır. Eğitim-öğretim yaşantıları ise sorunlu bir süreç ortaya çıkarabilir. 62 aylık olup da 72 aylık çocuklarla rekabet edebilecek öğrenciler elbette vardır. Ancak bu istisnai bir durumdur ve istisnalar, kaideyi bozmaz. Peki, çocukların doğum aylarından kaynaklanan “Matta etkisi” ni yok etmek ya da asgari düzeye indirmek için ne yapmak gerekir? DİNÇER iyi planladı ama rahat okul idarecileri rahatını bozmadı, kategoriler kurmadan rasgele dağıtım yaptılar. Halbu ki; bir yılın 12 ayı üç eşit dilime ayrılarak sınıflar oluşturulabilirdi. Örnek: 1A sınıfının (ocak-şubat-mart ve nisan) 1B sınıfının (mayıs-haziran, temmuz ve ağustos) 1C sınıfının da (eylül-ekim-kasım ve aralık) doğumlulardan oluşması hâlinde, öğrencileri avantajlı ve dezavantajlı kategorisine ayırmadan ve öğrenilmiş çaresizliğe fırsat vermeden, yeterlilikleri benzer seviyedeki grupların bir arada eğitilmesi mümkün olmaktadır.

Okul başarısı ile zaman yönetimi arasında da anlamlı bir ilişki vardır. Genellikle okul başarısı yüksek olan öğrencilerin, etkili zaman yönetme becerilerine sahip olduğu nu gözlemliyorum. Okula zamanında gelmek, derslere devam etmek, ödevi zamanında teslim etmek, sınavda soruları zamanında cevaplandırmak, zaman yönetimi ile ilgilidir. Bu hususta erken yaşta çocuğa zamana riayet öğretilmelidir.

Okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve liseyi de kapsayan eğitim dönemleri içerisinde, çocukların kelime dağarcığının önemli olduğunu belirtebilirim.

Bireyler, kelimelerle düşünür. Ne kadar çok kelime bilirse, o kadar ilginç şeyler düşünebilir ve ne kadar çok kelime bilirse düşündüğünü yazılı ya da sözlü olarak o kadar açık ve net ifade edebilir. Bir avantaj, ya da dez avantajı avantaja çevirmek olsa gerek; bu bölgenin çocukları 2-3 dil bildiklerinden zeka seviyeleri bir nevi kendiliğinden bileniyor.

Öğrencilerin okul başarısında etkili rol oynayan diğer ögeler; not tutma, araştırma, tekrar ve öğrenilen bilgileri hayata transfer etme becerisidir. Öğretmenlerin ilkokuldan itibaren not tutma becerisini öğrenciye kazandırması gerekir. Tutulan notların doğruluğunu araştırma, kontrol etme ve ilişkilendirme öğrenmede kalıcılığı sağlar. Kısa süreli ve düzenli tekrarlar, beyinde sinapsların uzamasına ve eski – yeni öğrenmelerin ilişkilendirilmesi ile de, kalıcı öğrenmelerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu aşamada, öğrenilenlerin hayata transfer edilmesi, hayatın bir parçası hâline dönüştürülmesi, bir sorunun çözümünde işe koşulması ve günlük yaşamda kullanılması anlama ve öteleme becerisinin kazanılmasında etkili olacaktır. Öğrenci, öğrendiği bilgileri başka sorunların çözümüne uyarladıkça üst düzey öğrenmelere yönelmeye başlayarak öğrendiklerini bir yaşam becerisi olarak kullanabilecektir. Böylece öğrenme, asıl hedefine ulaşmış olacaktır. Son okuduğum bir kitapta, ilginç bir tespitle karşılaştım:

"10 000 saat” kuralı. Usta sanatçılar, bilim adamları ve sporcuların yaşantıları incelenirse, 10 000 saatin üzerinde çalıştıkları, işlerine odaklandıkları ve sonuçta kendilerine uygun yöntem ve tekniğe sahip oldukları görülmüş. Bilinçli, sistemli ve kurallı yapılan her çalışma okul başarısını da beraberinde getirmektedir. 10000 saat, aynı zamanda hedefe kilitlenmeyi de ifade etmektedir.

Netice olarak; Öğrenmede en etkili değişkenin kalıtımla getirilen zekâ olduğunu ifade etmemize rağmen, kalıtım tek başına etkili değildir. Buna ek olarak, iyi bir lider öğretmen, iyi bir okul çevresi, iyi bir aile ve iyi bir materyal öğrenmenin paydaşlarını oluşturmaktadır. Bu değişkenlerin bazıları ya da çoğunluğu beklentilerin altında ise, başarı yine de ortaya çıkabilmektedir. Çünkü başarının ana değişkenlerinden birisi de, öğrencinin yaşadığı sorunlar karşısında kullandığı sorun çözme stratejileridir. Etkili ve doğru strateji başarıyı; hatalı ve eksik strateji ise, başarısızlığı ortaya çıkarmaktadır. Aslında her çocuk öğrenebilir ve her çocuk kendi içerisinde, kendi parmak izi kadar özgün bir değerdir. Tabii ki, başta öğrenebilmeyi öğrenmesi koşuluyla!

Selam ve muhabbetle...

Bu yazı 1903 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum